پس حقیقت حق بود معبود کل ** کز پی ذوقست سیران سبل 3755
Şu halde hakikatte herkesin taptığı Hak’tır. Çünkü yollara gidenler zevk için giderler suretsizliğe doğru yürürler.
لیک بعضی رو سوی دم کردهاند ** گرچه سر اصلست سر گم کردهاند
Ama bazıları yüzlerini kuyruğa tutmuşlardır. Baş, asıldır ama başı kaybetmişlerdir onlar.
لیک آن سر پیش این ضالان گم ** میدهد داد سری از راه دم
Baş, bu sapıklar tarafından kaybedilmiştir. Fakat baş, kuyruk yolundan başlık eder.
آن ز سر مییابد آن داد این ز دم ** قوم دیگر پا و سر کردند گم
O, baştan imdat görür, bu kuyruktan. Bir tayfa vardır ki onlar başı da kaybetmişlerdir, kuyruğu da.
چونک گم شد جمله جمله یافتند ** از کم آمد سوی کل بشتافتند
Hepsi ve her şey kayboldu mu hepsini ve her şeyi bulurlar. Her varlığı her sureti yok etmeye yolundan, külle koşup ulaşırlar.
دیدن ایشان در قصر این قلعهی ذات الصور نقش روی دختر شاه چین را و بیهوش شدن هر سه و در فتنه افتادن و تفحص کردن کی این صورت کیست
Şehzadelerin Zatüssuver kalesindeki köşkte Çin padişahinin kızının resmini görmeleri, üçünün de kendisinden geçmesi, ona aşık olması, Bu kimin resmi? diye arayıp sormaları.
این سخن پایان ندارد آن گروه ** صورتی دیدند با حسن و شکوه 3760
Bu söze son yoktur. Şehzadeler, kalede pek güzel pek alımlı bir resim gördüler.
خوبتر زان دیده بودند آن فریق ** لیک زین رفتند در بحر عمیق
Bundan daha güzel kız görmüşlerdi ama bu resmi görünce derin bir denize daldılar sanki.
چشم بینا بهتر از سیصد عصا ** چشم بشناسد گهر را از حصا 3785
Gören göz, üç yüz tane sopadan daha iyidir. Mücevherle taşı ayırt eden gözdür.
در تفحص آمدند از اندهان ** صورت کی بود عجب این در جهان
Hasılı dertler içinde acaba dünyada kim bu, bu resim kimin resmi diye araştırmaya koyuldular.
بعد بسیاری تفحص در مسیر ** کشف کرد آن راز را شیخی بصیر
Bir hayli arayıp sorduktan sonra bir gün yolda gözü açık bir ihtiyara rastladılar. O, bu sırrı açtı.
نه از طریق گوش بل از وحی هوش ** رازها بد پیش او بی رویپوش
Duyma yoluyla değil, aklına gelen ilham yoluyla bu sırrı buldu. Sırlar, onun gözünün önünde apaçıktı.
گفت نقش رشک پروینست این ** صورت شهزادهی چینست این
Dedi ki: Pervin denilen yıldız kümesi de buna haset eder. Bu, Çin Padişahının kızının resmidir.
همچو جان و چون جنین پنهانست او ** در مکتم پرده و ایوانست او 3790
O, can gibi, ana karnındaki çocuk gibi gizlidir. Sarayında perdeler arkasındadır.
سوی او نه مرد ره دارد نه زن ** شاه پنهان کرد او را از فتن
Yanına ne erkek çıkabilir, ne kadın. Padişah, onu fitnelere uğramaması için gizlemiştir.
غیرتی دارد ملک بر نام او ** که نپرد مرغ هم بر بام او
Padişah onu pek kıskanır. Bulunduğu yerin damının üstünden kuş bile uçamaz.
وای آن دل کش چنین سودا فتاد ** هیچ کس را این چنین سودا مباد
Eyvah böyle bir sevdaya düşen gönüle. Hiç kimse böyle sevdaya uğramasın.
این سزای آنک تخم جهل کاشت ** وآن نصیحت را کساد و سهل داشت
Bu bilgisizlik tohumunu eken, o öğütleri ehemmiyetsiz ve lüzumsuz gören kişinin layığıdır.
اعتمادی کرد بر تدبیر خویش ** که برم من کار خود با عقل پیش 3795
O kendi tedbirine güvendi, aklımla elbette bir iş başarırım dedi.
نیم ذره زان عنایت به بود ** که ز تدبیر خرد سیصد رصد
Halbuki o inayetin bir zerresi bile aklından doğacak üç yüz ihtiyat tedbirinden daha iyidir.
ترک مکر خویشتن گیر ای امیر ** پا بکش پیش عنایت خوش بمیر
Beyim kendi hileni bırak. Tanrı inayetine yürü orada öl.
این به قدر حیلهی معدود نیست ** زین حیل تا تو نمیری سود نیست
Buna sayılı hilelerle ulaşılmaz. Sen ölmedikçe fayda yok vesselam.
حکایت صدر جهان بخارا کی هر سایلی کی به زبان بخواستی از صدقهی عام بیدریغ او محروم شدی و آن دانشمند درویش به فراموشی و فرط حرص و تعجیل به زبان بخواست در موکب صدر جهان از وی رو بگردانید و او هر روز حیلهی نو ساختی و خود را گاه زن کردی زیر چادر وگاه نابینا کردی و چشم و روی خود بسته به فراستش بشناختی الی آخره
Buhara’da bir Sadr-ı cihan vardı. Hangi dilenci, ağız açıp bir şey isterse onun umumi ihsanından hiçbir şey elde edemezdi. Bir yoksul alim, bunu unuttu, hırsının çokluğundan ve alay geçerken bir şey istedi. Sadr-ı cihan yüzünü çevirdi. Yoksul, her gün yeni bir hileye başvurur, kendini bazen kadın şekline sokar, çarşaf giyer, bazen kör gösterir, yüzünü, gözünü bağlardı. Fakat padişah, anlayışıyla onu derhal tanırdı.
در بخارا خوی آن خواجیم اجل ** بود با خواهندگان حسن عمل
Buhara’daki o ulu zat kendisinden bir şey isteyenlere çok iyi muamele ederdi.
داد بسیار و عطای بیشمار ** تا به شب بودی ز جودش زر نثار 3800
Pek çok sayısız ihsanlarda bulunur, ta gecelere kadar cömertlik eder, altınlar saçardı.
زر به کاغذپارهها پیچیده بود ** تا وجودش بود میافشاند جود
Altınları kağıt parçalarına sarar, öyle verirdi. Hasılı dünyada bulundukça hep böyle ihsanlar ederdi.
همچو خورشید و چو ماه پاکباز ** آنچ گیرند از ضیا بدهند باز
Güneş gibi, tertemiz ay gibiydi. Onlar da Tanrı’dan aldıkları aydınlığı halka saçarlar ya.
خاک را زربخش کی بود آفتاب ** زر ازو در کان و گنج اندر خراب
Toprağa altın bağışlayan kimdir? Güneş. Madendeki altın da ondandır, yıkık yerlerdeki hazine de.
هر صباحی یک گره را راتبه ** تا نماند امتی زو خایبه
Her sabah yoksulların bir kısmına ihsanda bulunuyordu. Bu suretle hiçbir tayfanın mahrum kalmamasını isterdi.