در تفحص آمدند از اندهان ** صورت کی بود عجب این در جهان
Hasılı dertler içinde acaba dünyada kim bu, bu resim kimin resmi diye araştırmaya koyuldular.
بعد بسیاری تفحص در مسیر ** کشف کرد آن راز را شیخی بصیر
Bir hayli arayıp sorduktan sonra bir gün yolda gözü açık bir ihtiyara rastladılar. O, bu sırrı açtı.
نه از طریق گوش بل از وحی هوش ** رازها بد پیش او بی رویپوش
Duyma yoluyla değil, aklına gelen ilham yoluyla bu sırrı buldu. Sırlar, onun gözünün önünde apaçıktı.
گفت نقش رشک پروینست این ** صورت شهزادهی چینست این
Dedi ki: Pervin denilen yıldız kümesi de buna haset eder. Bu, Çin Padişahının kızının resmidir.
همچو جان و چون جنین پنهانست او ** در مکتم پرده و ایوانست او 3790
O, can gibi, ana karnındaki çocuk gibi gizlidir. Sarayında perdeler arkasındadır.
سوی او نه مرد ره دارد نه زن ** شاه پنهان کرد او را از فتن
Yanına ne erkek çıkabilir, ne kadın. Padişah, onu fitnelere uğramaması için gizlemiştir.
غیرتی دارد ملک بر نام او ** که نپرد مرغ هم بر بام او
Padişah onu pek kıskanır. Bulunduğu yerin damının üstünden kuş bile uçamaz.
وای آن دل کش چنین سودا فتاد ** هیچ کس را این چنین سودا مباد
Eyvah böyle bir sevdaya düşen gönüle. Hiç kimse böyle sevdaya uğramasın.
این سزای آنک تخم جهل کاشت ** وآن نصیحت را کساد و سهل داشت
Bu bilgisizlik tohumunu eken, o öğütleri ehemmiyetsiz ve lüzumsuz gören kişinin layığıdır.
اعتمادی کرد بر تدبیر خویش ** که برم من کار خود با عقل پیش 3795
O kendi tedbirine güvendi, aklımla elbette bir iş başarırım dedi.
نیم ذره زان عنایت به بود ** که ز تدبیر خرد سیصد رصد
Halbuki o inayetin bir zerresi bile aklından doğacak üç yüz ihtiyat tedbirinden daha iyidir.
ترک مکر خویشتن گیر ای امیر ** پا بکش پیش عنایت خوش بمیر
Beyim kendi hileni bırak. Tanrı inayetine yürü orada öl.
این به قدر حیلهی معدود نیست ** زین حیل تا تو نمیری سود نیست
Buna sayılı hilelerle ulaşılmaz. Sen ölmedikçe fayda yok vesselam.
حکایت صدر جهان بخارا کی هر سایلی کی به زبان بخواستی از صدقهی عام بیدریغ او محروم شدی و آن دانشمند درویش به فراموشی و فرط حرص و تعجیل به زبان بخواست در موکب صدر جهان از وی رو بگردانید و او هر روز حیلهی نو ساختی و خود را گاه زن کردی زیر چادر وگاه نابینا کردی و چشم و روی خود بسته به فراستش بشناختی الی آخره
Buhara’da bir Sadr-ı cihan vardı. Hangi dilenci, ağız açıp bir şey isterse onun umumi ihsanından hiçbir şey elde edemezdi. Bir yoksul alim, bunu unuttu, hırsının çokluğundan ve alay geçerken bir şey istedi. Sadr-ı cihan yüzünü çevirdi. Yoksul, her gün yeni bir hileye başvurur, kendini bazen kadın şekline sokar, çarşaf giyer, bazen kör gösterir, yüzünü, gözünü bağlardı. Fakat padişah, anlayışıyla onu derhal tanırdı.
در بخارا خوی آن خواجیم اجل ** بود با خواهندگان حسن عمل
Buhara’daki o ulu zat kendisinden bir şey isteyenlere çok iyi muamele ederdi.
داد بسیار و عطای بیشمار ** تا به شب بودی ز جودش زر نثار 3800
Pek çok sayısız ihsanlarda bulunur, ta gecelere kadar cömertlik eder, altınlar saçardı.
زر به کاغذپارهها پیچیده بود ** تا وجودش بود میافشاند جود
Altınları kağıt parçalarına sarar, öyle verirdi. Hasılı dünyada bulundukça hep böyle ihsanlar ederdi.
همچو خورشید و چو ماه پاکباز ** آنچ گیرند از ضیا بدهند باز
Güneş gibi, tertemiz ay gibiydi. Onlar da Tanrı’dan aldıkları aydınlığı halka saçarlar ya.
خاک را زربخش کی بود آفتاب ** زر ازو در کان و گنج اندر خراب
Toprağa altın bağışlayan kimdir? Güneş. Madendeki altın da ondandır, yıkık yerlerdeki hazine de.
هر صباحی یک گره را راتبه ** تا نماند امتی زو خایبه
Her sabah yoksulların bir kısmına ihsanda bulunuyordu. Bu suretle hiçbir tayfanın mahrum kalmamasını isterdi.
مبتلایان را بدی روزی عطا ** روز دیگر بیوگان را آن سخا 3805
Bir gün dertlilere lütfeder, öbür gün dul kadınlara ihsanda bulunur.
روز دیگر بر علویان مقل ** با فقیهان فقیر مشتغل
Daha öbür gün yoksul Alevilerle okuyup okutmakla uğraşan yoksul fakirlere kerem eder.
روز دیگر بر تهیدستان عام ** روز دیگر بر گرفتاران وام
Daha öbürüsü gün halkın eli boşlarına para verir, daha öbürüsü gün de borçlulara ihsan ederdi.
شرط او آن بود که کس با زبان ** زر نخواهد هیچ نگشاید لبان
Yalnız bir şartı vardı: kimse ağzını açıp bir şey istemeyecekti.
لیک خامش بر حوالی رهش ** ایستاده مفلسان دیواروش
Geçeceği yolun kenarına bütün yoksullar duvar gibi dizilirler, susarlar beklerlerdi.
هر که کردی ناگهان با لب سال ** زو نبردی زین گنه یک حبه مال 3810
Birisi ağız açtı da bir şey istedi mi bir habbe bile alamazdı.
من صمت منکم نجا بد یاسهاش ** خامشان را بود کیسه و کاسهاش
Şartı kim susarsa kurtulur hükmüydü. Kesesi, kasesi, susanlarındı.
نادرا روزی یکی پیری بگفت ** ده زکاتم که منم با جوع جفت
Nasılsa bir gün ihtiyarın biri, açım, bana zekat ver demişti.
منع کرد از پیر و پیرش جد گرفت ** مانده خلق از جد پیر اندر شگفت
İhtiyarı men ettiler. Ama o boyuna söylemekteydi. Halk hayretlere düştü.
گفت بس بیشرم پیری ای پدر ** پیر گفت از من توی بیشرمتر
Sadr-ı Cihan babacığım ne utanmaz ihtiyarsın dedi. İhtiyar sen benden daha ziyade utanmazsın dedi.
کین جهان خوردی و خواهی تو ز طمع ** کان جهان با این جهان گیری به جمع 3815
Bu cihanı yedin yuttun bir de alemle beraber öteki alemi elde etmeye tamah ediyorsun!
خندهاش آمد مال داد آن پیر را ** پیر تنها برد آن توفیر را
Bu sözü duyunca güldü, o ihtiyara bir hayli mal verdi. Adamcağız, bütün malları yalnız başına alıp götürdü.
غیر آن پیر ایچ خواهنده ازو ** نیم حبه زر ندید و نه تسو
O ihtiyardan başka ondan bir şey isteyen hiçbir kimse ne yarım habbe altın elde etti, ne bir zerre kumaş.
نوبت روز فقیهان ناگهان ** یک فقیه از حرص آمد در فغان
Fakihlerin günüydü, bir hoca, hırsa geldi, feryadediyordu.
کرد زاریها بسی چاره نبود ** گفت هر نوعی نبودش هیچ سود
Bir hayli ağladı, sızlandı, fakat çare yoktu. Her çeşit söz söyledi, hiçbir faydası olmadı.
روز دیگر با رگو پیچید پا ** ناکس اندر صف قوم مبتلا 3820
Ertesi günü ayağını eski çaputlarla sardı, kötürümler arasına karıştı.
تختهها بر ساق بست از چپ و راست ** تا گمان آید که او اشکستهپاست
Ayağının sağına soluna tahtalar bağladı, bu suretle kendisini ayağı kırık bir alil göstermek istedi.
دیدش و بشناختش چیزی نداد ** روز دیگر رو بپوشید از لباد
Padişah onu gördü tanıdı hiçbir şey vermedi. Ertesi günü yüzünü bir keçe parçasıyla örttü.
هم بدانستش ندادش آن عزیز ** از گناه و جرم گفتن هیچ چیز
Fakat padişah yine tanıdı, ağzını açıp bir şey istediği için kusurda bulunmuştu, ona hiçbir şey vermedi.
چونک عاجز شد ز صد گونه مکید ** چون زنان او چادری بر سر کشید
Yüz türlü hileye başvurdu, nihayet aciz kalıp kadınlar gibi çarşafa büründü.
در میان بیوگان رفت و نشست ** سر فرو افکند و پنهان کرد دست 3825
Dul kadınların arasına karışıp elini gizledi başını eğdi öylece durdu.
هم شناسیدش ندادش صدقهای ** در دلش آمد ز حرمان حرقهای
Fakat padişah, yine tanıyıp sadaka vermedi. Hocanın mahrumiyetten yüreği yandı.
رفت او پیش کفنخواهی پگاه ** که بپیچم در نمد نه پیش راه
Sonunda bir kefenciye gitti. Dedi ki: beni bir kilime sar yol üstüne koy.
هیچ مگشا لب نشین و مینگر ** تا کند صدر جهان اینجا گذر
Hiç ağzını açma, yalnız Sadr-ı cihan’ın buradan geçmesini bekle.
بوک بیند مرده پندار به ظن ** زر در اندازد پی وجه کفن
Belki görünce ölü sanır da kefen parası almak üzere bir şey verir.
هر چه بدهد نیم آن بدهم به تو ** همچنان کرد آن فقیر صلهجو 3830
Ne verirse yarısını sana veririm. Kefenci para gözler bir yoksuldu dediğini kabul etti.
در نمد پیچید و بر راهش نهاد ** معبر صدر جهان آنجا فتاد
Onu bir kilime sarıp yol üstüne koydu. Padişahın yolu oraya düştü.
زر در اندازید بر روی نمد ** دست بیرون کرد از تعجیل خود
Kilimin üstüne bir miktar altın attı. Hoca, hemen aceleyle kilimden elini çıkarıp altınları aldı.
تا نگیرد آن کفنخواه آن صله ** تا نهان نکند ازو آن دهدله
Kefencinin almasına, verilen altınları gizlemesine meydan bile bırakmadı o aceleci adam.
مرده از زیر نمد بر کرد دست ** سر برون آمد پی دستش ز پست
Ölü, kilimden elini uzatıp paraları aldıktan sonra başını kilimden çıkardı.
گفت با صدر جهان چون بستدم ** ای ببسته بر من ابواب کرم 3835
Padişaha dedi ki: ey bana kerem kapılarını kapayan bak nasıl aldım gördün ya.