English    Türkçe    فارسی   

6
387-436

  • شاه بیرون رفت با آن سی امیر  ** سوی صحرا و کهستان صیدگیر 
  • Padişah, otuz beyle avlanmak üzere dağlara, ovalara çıktı.
  • کاروانی دید از دور آن ملک  ** گفت امیری را برو ای متفک 
  • Uzaktan bir kervan gördü, beyin birisine git de,
  • رو بپرس آن کاروان را بر رصد  ** کز کدامین شهر اندر می‌رسد 
  • Sor bakalım, o kervan hangi şehirden geliyor? dedi.
  • رفت و پرسید و بیامد که ز ری  ** گفت عزمش تا کجا درماند وی  390
  • Bey gitti, sorup geldi, dedi ki: Rey’den geliyor.Padişah, peki nereye gidiyormuş? deyince kalakaldı.
  • دیگری را گفت رو ای بوالعلا  ** باز پرس از کاروان که تا کجا 
  • Bir başka beye, git bakalım yüce kişi dedi, sen de nereye gidiyor, şunu anla!
  • رفت و آمد گفت تا سوی یمن  ** گفت رختش چیست هان ای موتمن 
  • O da gidip geldi, Yemen’e gidiyormuş dedi. Padişah yükü neymiş? Deyince o da dinelip kaldı.
  • ماند حیران گفت با میری دگر  ** که برو وا پرس رخت آن نفر 
  • Padişah, bir başka beye hadi, sen de yükü neymiş, onu öğren dedi.
  • باز آمد گفت از هر جنس هست  ** اغلب آن کاسه‌های رازیست 
  • Bey gidip geldi, her cins mal var, fakat çoğu Rey kâseleri deyince,
  • گفت کی بیرون شدند از شهر ری  ** ماند حیران آن امیر سست پی  395
  • Padişah, Rey’den ne vakit çıkmış? diye sordu. O aklı gevşek bey de âciz kaldı.
  • هم‌چنین تا سی امیر و بیشتر  ** سست‌رای و ناقص اندر کر و فر 
  • Böylece, otuz hattâ daha fazla beyin hepsi de âciz ve noksan çıktı.
  • گفت امیران را که من روزی جدا  ** امتحان کردم ایاز خویش را 
  • Bunun üzerine padişah beylere dedi ki: Ben bir gün tek başıma Eyaz’ımı sınadım.
  • که بپرس از کاروان تا از کجاست  ** او برفت این جمله وا پرسید راست 
  • Şu kervan nereden geliyor? Git anla dedim. Gitti, hepsini sorup öğrenmiş.
  • بی‌وصیت بی‌اشارت یک به یک  ** حالشان دریافت بی ریبی و شک 
  • Benim emrim olmadan kervanın bütün ahvalini, olduğu gibi bir bir anlattı.
  • هر چه زین سی میر اندر سی مقام  ** کشف شد زو آن به یکدم شد تمام  400
  • Bu otuz bey, otuz defada ne öğrenebildiyse o, hepsini birden öğrenip geldi.
  • مدافعه‌ی امرا آن حجت را به شبهه‌ی جبریانه و جواب دادن شاه ایشان را 
  • Beylerin,bu delili cebrice şüphelerle zayıflarmaya savaşmaları,padişahın onlara verdiği cevap
  • پس بگفتند آن امیران کین فنیست  ** از عنایتهاش کار جهد نیست 
  • Beyler, bu bir zekâ işi, o da Allah vergisi, çalışmakla olmaz ki.
  • قسمت حقست مه را روی نغز  ** داده‌ی بختست گل را بوی نغز 
  • Aya o güzel yüzü Allah vermiş, güle o hoş kokuyu Allah ihsan etmiş dediler.
  • گفت سلطان بلک آنچ از نفس زاد  ** ریع تقصیرست و دخل اجتهاد 
  • Padişah dedi ki: İnsanın elde ettiği şey zararsa çalışmamasından ileri gelmiştir, kârsa çalışıp çabalamasından.
  • ورنه آدم کی بگفتی با خدا  ** ربنا انا ظلمنا نفسنا 
  • Yoksa Âdem, “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” der miydi.
  • خود بگفتی کین گناه از نفس بود  ** چون قضا این بود حزم ما چه سود  405
  • Bu suç bahtımdan. Kader böyleymiş,ihtiyatın tedbirin ne faydası var? derdi.
  • هم‌چو ابلیسی که گفت اغویتنی  ** تو شکستی جام و ما را می‌زنی 
  • İblis gibi hani. O da “Sen beni azdırdın. Hem kadehimizi kırıyor, hem de bizi dövüyorsun” demişti ya.
  • بل قضا حقست و جهد بنده حق  ** هین مباش اعور چو ابلیس خلق 
  • Halbuki takdir haktır ama, kulun çalışması da hak. Kendine gel de koca şeytan gibi kör olma.
  • در تردد مانده‌ایم اندر دو کار  ** این تردد کی بود بی‌اختیار 
  • İki iş arasında tereddütte kalıyoruz. Hiç ihtiyarımız olmasa bu tereddüt olur mu?
  • این کنم یا آن کنم او کی گود  ** که دو دست و پای او بسته بود 
  • İki eli, iki ayağı bağlı olan adam bunu mu yapsam onu mu, der mi?
  • هیچ باشد این تردد بر سرم  ** که روم در بحر یا بالا پرم  410
  • Denize mi dalsam, yücelere mi uçsam diye hiç tereddüde düşer mi?
  • این تردد هست که موصل روم  ** یا برای سحر تا بابل روم 
  • Musul’a mı gitsem, yoksa büyü öğrenmek için Babil’e mi diye düşüncelere kapılır mı?
  • پس تردد را بباید قدرتی  ** ورنه آن خنده بود بر سبلتی 
  • Şu halde tereddüt, bir kudrete delâlet eder. Böyle olmasa tereddüde düşenin bıyığına gülerler.
  • بر قضا کم نه بهانه ای جوان  ** جرم خود را چون نهی بر دیگران 
  • Yiğidim, kadere az bahane bul! Nasıl oluyor da suçunu başkalarına yükletiyorsun?
  • خون کند زید و قصاص او به عمر  ** می خورد عمرو و بر احمد حد خمر 
  • Zeyd, kana girsin, cezasını Amr çeksin... Amr, şarap içsin, Ahmet dayak yesin, bu olur mu?
  • گرد خود برگرد و جرم خود ببین  ** جنبش از خود بین و از سایه مبین  415
  • Kendi etrafında dolan, kendi suçunu gör. Hareketi güneşten bil, gölgeden bilme.
  • که نخواهد شد غلط پاداش میر  ** خصم را می‌داند آن میر بصیر 
  • Bir beyin bile ceza vermesi yanlış olmuyor, o gözü açık er, düşmanı biliyor.
  • چون عسل خوردی نیامد تب به غیر  ** مزد روز تو نیامد شب به غیر 
  • Bal şerbeti içersen başkasına humma gelmiyor. Gündüzün çalışıyorsun, akşamleyin ücretini başkası almıyor.
  • در چه کردی جهد کان وا تو نگشت  ** تو چه کاریدی که نامد ریع کشت 
  • Neye çalıştın da zararını, faydasını görmedin? Ne ektin de devşirme vakti onu biçmedin?
  • فعل تو که زاید از جان و تنت  ** هم‌چو فرزندت بگیرد دامنت 
  • Canından, teninden doğan işin, çocuğun gibi gelir, senin eteğini tutar.
  • فعل را در غیب صورت می‌کنند  ** فعل دزدی را نه داری می‌زنند  420
  • Yaptığın işe gayb âleminden bir suret verirler. Hırsızlık için darağacı kurmuyorlar mı?
  • دار کی ماند به دزدی لیک آن  ** هست تصویر خدای غیب‌دان 
  • Darağacı hırsızlığa benzemez ama gaypları bilen Allah’nın meydana getirdiği bir örnektir.
  • در دل شحنه چو حق الهام داد  ** که چنین صورت بساز از بهر داد 
  • Allah, şahsın gönlüne, adalet için şöyle bir suret düz diye ilhamda bulunur.
  • تا تو عالم باشی و عادل قضا  ** نامناسب چون دهد داد و سزا 
  • Sen de bilir, anlarsın ki bu, bu işin karşılığı. Yoksa adalet sahibi olan Allah takdiri, insana yaptığına uygun olmayan cezayı nasıl olur da verir?
  • چونک حاکم این کند اندر گزین  ** چون کند حکم احکم این حاکمین 
  • Hâkim bile bunu seçer, bu çeşit hareket ederken bu hâkimlerin en doğru ve adaletli hüküm vereni olan Allah, nasıl hükmeder? Düşün artık.
  • چون بکاری جو نروید غیر جو  ** قرض تو کردی ز که خواهد گرو  425
  • Arpa ektin mi, arpadan başka bir şey bitmez. Borcu sen verdin kimden rehin istiyorsun ki?
  • جرم خود را بر کسی دیگر منه  ** هوش و گوش خود بدین پاداش ده 
  • Suçunu başkasına yükleme. Aklını yaptığın işin cezasına ver, kulağını o yana aç...
  • جرم بر خود نه که تو خود کاشتی  ** با جزا و عدل حق کن آشتی 
  • Suçu kendine bul, tohumu sen ektin. Allah’nın mücazatıyla, adaletiyle uzlaş.
  • رنج را باشد سبب بد کردنی  ** بد ز فعل خود شناس از بخت نی 
  • Zahmetin sebebi kötülük etmektir. Kötülüğü yaptığın işlerde gör, talihimden deme.
  • آن نظر در بخت چشم احوال کند  ** کلب را کهدانی و کاهل کند 
  • Talihe bakış insanı şaşı eder.Köpeği samanlıkta uyutur, tembel bir hale sokar.
  • متهم کن نفس خود را ای فتی  ** متهم کم کن جزای عدل را  430
  • Civanım kendi nefsini suçlu bul da adaletin verdiği cezayı az kına.
  • توبه کن مردانه سر آور به ره  ** که فمن یعمل بمثقال یره 
  • Ercesine tövbe et, yola baş koy. “Kim bir zerre kadar iyilik, yahut kötülük etse mükâfat ve mücazatını görür.”
  • در فسون نفس کم شو غره‌ای  ** که آفتاب حق نپوشد ذره‌ای 
  • Nefsin afsununa az aldan, Allah güneşi, bir zerreyi bile örtüp kaybetmez.
  • هست این ذرات جسمی ای مفید  ** پیش این خورشید جسمانی پدید 
  • Şu cismani güneş karşısında bile bu cismani zerreler görünürse,
  • هست ذرات خواطر و افتکار  ** پیش خورشید حقایق آشکار 
  • Elbette hâtıra ve düşünce zerreleri, hakikatlar güneşine karşı görünecek.
  • حکایت آن صیادی کی خویشتن در گیاه پیچیده بود و دسته‌ی گل و لاله را کله‌وار به سر فرو کشیده تا مرغان او را گیاه پندارند و آن مرغ زیرک بوی برد اندکی کی این آدمیست کی برین شکل گیاه ندیدم اما هم تمام بوی نبرد به افسون او مغرور شد زیرا در ادراک اول قاطعی نداشت در ادراک مکر دوم قاطعی داشت و هو الحرص و الطمع لا سیما عند فرط الحاجة و الفقر قال النبی صلی الله علیه و سلم کاد الفقر ان یکون کفرا 
  • Bir avcı,kuşlar kendisini ot sansınlar diye otlara,çimenlere bürünmüş,başına da külâh gibi gül ve lâleler koymuştu. Akıllı bir kuş,ben bu çeşit çayır,çimen görmedim,bu insan olsa gerek diye ondan bir koku almıştı ama tam değil .Çünkü bu ilk şüphesi, katî değildi ,ikinci şüphesi daha katî oldu,yani hayır,hayır dedi, herhalde çayır,çimen olmalı.Bu şüphe hırs ve tamahtan gelmişti.Hırs ve tamah hele ihtiyaç ve yoksulluk zamanı pek müşküldür.Peygamber , ” Az kaldı yoksulluk küfür oluyordu ” demiştir.
  • رفت مرغی در میان مرغزار  ** بود آنجا دام از بهر شکار  435
  • Bir kuş, çayırlığa gitti. Orada da av için bir tuzak vardı.
  • دانه‌ی چندی نهاده بر زمین  ** وآن صیاد آنجا نشسته در کمین 
  • Avcı yere birkaç tane saçmış, kendisi de orada pusuya sinmişti.