English    Türkçe    فارسی   

6
3879-3928

  • آن سکون سابح اندر آشنا  ** به ز جهد اعجمی با دست و پا 
  • Yüzme bilenin hareketsiz durması, aceminin elle ayakla savaşmasından iyidir.
  • اعجمی زد دست و پا و غرق شد  ** می‌رود سباح ساکن چون عمد  3880
  • Acemi, elini ayağını oynatır durur, fakat boğulur. Yüzme bilense denizdeki dalgıç gibi yüzer durur.
  • علم دریاییست بی‌حد و کنار  ** طالب علمست غواص بحار 
  • Bilgi, uçsuz bucaksız ve kıyısız bir denizdir. Bilgi dileyense, denizlerde dalgıçlık edene benzer.
  • گر هزاران سال باشد عمر او  ** او نگردد سیر خود از جست و جو 
  • Bilgi dileyenin ömrü, binlerce yıl olsa yine araştırmadan vazgeçmez, bir türlü doymaz.
  • کان رسول حق بگفت اندر بیان  ** اینک منهومان هما لا یشبعان 
  • Tanrı elçisi, hadisinde “ İşte iki tane haris ki hiç doymazlar” dedi.
  • در تفسیر این خبر کی مصطفی صلوات‌الله علیه فرمود منهومان لا یشبعان طالب الدنیا و طالب العلم کی این علم غیر علم دنیا باید تا دو قسم باشد اما علم دنیا هم دنیا باشد الی آخره و اگر هم‌چنین شود کی طالب الدنیا و طالب الدنیا تکرار بود نه تقسیم مع تقریره 
  • Tanrı rahmet etsin, Mustafa, “İki haris vardır ki hiç doymaz. Biri dünyayı dileyen, öbürü, bilgi isteğinde bulunan” dedi. Bu bilgi, dünya bilgisinden başka olmalı ki hadiste tekrarlama olmasın. Çünkü dünya bilgisi de dünyadır. Eğer buradaki bilgi, dünya bilgisi olursa hadiste “Biri dünyayı dileyen, öbürü dünya isteğinde bulunan” diye tekrar olur, ayırma olmazdı.
  • طالب الدنیا و توفیراتها  ** طالب العلم و تدبیراتها 
  • “ Dünyayı ve dünyanın şatafatını dileyenle bilgi elde etmek isteyen” dendi.
  • پس درین قسمت چو بگماری نظر  ** غیر دنیا باشد این علم ای پدر  3885
  • Bu ayırmaya dikkat edilirse buradaki bilginin dünya bilgisinden başka olduğu anlaşılır babacığım.
  • غیر دنیا پس چه باشد آخرت  ** کت کند زینجا و باشد رهبرت 
  • Dünyadan başka ne olabilir? Ahret… Seni buradan ayıran, sana kılavuzluk eden!
  • بحث کردن آن سه شه‌زاده در تدبیر آن واقعه 
  • Üç şehzadenin o iş hususunda konuşmaları
  • رو به هم کردند هر سه مفتتن  ** هر سه را یک رنج و یک درد و حزن 
  • Derde uğrayan o üç şehzade birbirlerine döndüler. Her üçünün de zahmeti birdi, derdi bir elemi bir.
  • هر سه در یک فکر و یک سودا ندیم  ** هر سه از یک رنج و یک علت سقیم 
  • Her üçü, aynı düşüncedeydi aynı sevdaya düşmüştü. Her üçü aynı derde uğramış aynı hastalığa tutulmuştu.
  • در خموشی هر سه را خطرت یکی  ** در سخن هم هر سه را حجت یکی 
  • Sükut içindeydiler. Fakat üçü de aynı tehlikeye düşmüştü. Sözde de her birinin delili birdi.
  • یک زمانی اشک‌ریزان جمله‌شان  ** بر سر خوان مصیبت خون‌فشان  3890
  • Bir müddet hepsi gözyaşı döktüler, musibet sofrasının başında kanlar saçtılar.
  • یک زمان از آتش دل هر سه کس  ** بر زده با سوز چون مجمر نفس 
  • Bir zaman, her üçü de gönül ateşiyle yandılar, buhurdan gibi sıcak soluklar aldılar.
  • مقالت برادر بزرگین 
  • Büyük kardeşin ahvali
  • آن بزرگین گفت ای اخوان خیر  ** ما نه نر بودیم اندر نصح غیر 
  • Büyük kardeşleri dedi ki: Ey hayırlı kardeşler, biz başkasına er gibi öğütler vermez miydik?
  • از حشم هر که به ما کردی گله  ** از بلا و فقر و خوف و زلزله 
  • Adamlarımızdan biri, bize dertten, yoksulluktan, korkudan, yer deprenmesinden şikayet edince, X
  • ما همی‌گفتیم کم نال از حرج  ** صبر کن کالصبر مفتاح الفرج 
  • Sıkıntıdan az ağla sızla. Sabret, sabır ferahlığın anahtarı derdik ya!
  • این کلید صبر را اکنون چه شد  ** ای عجب منسوخ شد قانون چه شد  3895
  • Şimdi bu sabır anahtarı ne oldu? O türe bozuldu mu şaşılacak şey!
  • ما نمی‌گفتیم که اندر کش مکش  ** اندر آتش هم‌چو زر خندید خوش 
  • Savaş zamanında ateş içinde bile altın gibi bir hoşça gül diyen biz değil miydik?
  • مر سپه را وقت تنگاتنگ جنگ  ** گفته ما که هین مگردانید رنگ 
  • Savaşın o dar zamanında asker benziniz saramasın demez miydik?
  • آن زمان که بود اسپان را وطا  ** جمله سرهای بریده زیر پا 
  • Atların adam kellerinden başka basacak bir yer bulamadığı zamanlarda
  • ما سپاه خویش را هی هی کنان  ** که به پیش آیید قاهر چون سنان 
  • Ordumuzu hay haylar la mızrak gibi kahredici bir halde saldırın diye teşvik etmez miydik?
  • جمله عالم را نشان داده به صبر  ** زانک صبر آمد چراغ و نور صدر  3900
  • Bütün aleme sabredin der; sabır gönlün ve göğsün ışığıdır diye öğüt verirdik ya.
  • نوبت ما شد چه خیره‌سر شدیم  ** چون زنان زشت در چادر شدیم 
  • Şimdi nöbet bizde. Neden sersem oluyor, çirkin karılar gibi neden çarşafa bürünüyoruz?
  • ای دلی که جمله را کردی تو گرم  ** گرم کن خود را و از خود دار شرم 
  • Ey gönül! Herkesi hararetlendirdin ya; hadi bakalım, şimdi sen hararetlen, kendiliğinden utan!
  • ای زبان که جمله را ناصح بدی  ** نوبت تو گشت از چه تن زدی 
  • Ey dil! Herkese öğüt verirdin ya; işte şimdi sana nöbet geldi, neden sustun?
  • ای خرد کو پند شکرخای تو  ** دور تست این دم چه شد هیهای تو 
  • Ey akıl! Nerde o şekerler çiğneyen öğütün? Senin çağın şimdi. O hay ,hayın ne oldu?
  • ای ز دلها برده صد تشویش را  ** نوبت تو شد بجنبان ریش را  3905
  • Ey gönülden yüzlerce teşvişi gideren! Şimdi senin nöbetin, hadi, oynat sakalını!
  • از غری ریش ار کنون دزدیده‌ای  ** پیش ازین بر ریش خود خندیده‌ای 
  • Kahpelik eder de şimdi sakalını oynatmazsan bundan önce de sakalına gülmüş olursun.
  • وقت پند دیگرانی های های  ** در غم خود چون زنانی وای وای 
  • Başkalarına öğüt verme vaktinde hay hay, iş başa düşünce karılar gibi vay, vay ha!
  • چون به درد دیگران درمان بدی  ** درد مهمان تو آمد تن زدی 
  • Başkalarının derdine dermen oluyordun ya; şimdi dert, sana konuk oldu, fakat susuverdin.
  • بانگ بر لشکر زدن بد ساز تو  ** بانگ بر زن چه گرفت آواز تو 
  • Askere bağırır, çağırır, orduyu teşvik ederdin hani. Neden sesin kısıldı, nutkun tutuldu? Kendine de bağırsana.
  • آنچ پنجه سال بافیدی به هوش  ** زان نسیج خود بغلتانی بپوش  3910
  • Aklınla elli yıldır ördüğün kumaştan bir zıbın yap da giyin bakalım!
  • از نوایت گوش یاران بود خوش  ** دست بیرون آر و گوش خود بکش 
  • Dostların kulakları, sesinden hoşlanıyordu. Elini çıkar da şimdi kulağını çek!
  • سر بدی پیوسته خود را دم مکن  ** پا و دست و ریش و سبلت گم مکن 
  • Daima baştın, kendini kuyruk yap da ayağını, elini, sakalını, bıyığını az kaybet.
  • بازی آن تست بر روی بساط  ** خویش را در طبع آر و در نشاط 
  • Şu döşenmiş yeryüzünde şimdi oyun senin. Kendini boş bir hale getir de neşelen!
  • ذکر آن پادشاه که آن دانشمند را به اکراه در مجلس آورد و بنشاند ساقی شراب بر دانشمند عرضه کرد ساغر پیش او داشت رو بگردانید و ترشی و تندی آغاز کرد شاه ساقی را گفت کی هین در طبعش آر ساقی چندی بر سرش کوفت و شرابش در خورد داد الی آخره 
  • Bir padişahın, alimin birini zorla meclise getirtip oturtması, sakinin hocaya şarap vermesi ve kadehi sunması, hocanın yüz çevirip kızması, padişahın sakiye haydi demesi, bunu boş bir hale getir… bunun üzerine sakinin, hocanın kafasına birkaç kere vurup şarap içirtmesi v.s.
  • پادشاهی مست اندر بزم خوش  ** می‌گذشت آن یک فقیهی بر درش 
  • Bir padişah mecliste oturmuş şarap içip sarhoş olmuştu. Kapının önünden bir fakih geçiyordu.
  • کرد اشارت کش درین مجلس کشید  ** وان شراب لعل را با او چشید  3915
  • Şunu meclise getirin, laal renkli şarabı sunun şuna diye emretti.
  • پس کشیدندش به شه بی‌اختیار  ** شست در مجلس ترش چون زهر و مار 
  • Hocayı ister istemez meclise getirdiler. Mecliste zehir gibi, yılan gibi ekşi bir suratla somurtup oturdu.
  • عرضه کردش می نپذرفت او به خشم  ** از شه و ساقی بگردانید چشم 
  • Padişah şarap sundu. Hoca kızdı kabul etmedi. Padişahtan da yüz çevirdi sakiden de.
  • که به عمر خود نخوردستم شراب  ** خوشتر آید از شرابم زهر ناب 
  • Ben ömrümde şarap içmedim. Halis zehir, bence şaraptan daha hoş.
  • هین به جای می به من زهری دهید  ** تا من از خویش و شما زین وا رهید 
  • Kendinize gelin, bana şarap yerine zehir verin, içip öleyim de kendimden de kurtulayım, sizden de dedi.
  • می نخورده عربده آغاز کرد  ** گشته در مجلس گران چون مرگ و درد  3920
  • Şarap içmeden gürültüye başladı. Mecliste ölüm gibi, canavar gibi bir hal aldı.
  • هم‌چو اهل نفس و اهل آب و گل  ** در جهان بنشسته با اصحاب دل 
  • Nefis ehliyle şu balçığa kapılmış olanlar gibi hani. Onlar, gönül ehliyle oturdular mı bu hale gelirler işte.
  • حق ندارد خاصگان را در کمون  ** از می احرار جز در یشربون 
  • Tanrı, kendi haslarına gizlilik aleminde hürlerin içtikleri şaraptan sunar ancak.
  • عرضه می‌دارند بر محجوب جام  ** حس نمی‌یابد از آن غیر کلام 
  • Onlar, perde ardında kalanlara, hakikatı görmeyenlere o şaraptan sunarlar ama duygu o, şarabın sözünden başka bir şey duymaz.
  • رو همی گرداند از ارشادشان  ** که نمی‌بیند به دیده دادشان 
  • Hakikati görmeyenler, onların irşadından yüz çevirirler. Çünkü gözle onların ihsanını göremez.
  • گر ز گوشش تا به حلقش ره بدی  ** سر نصح اندر درونشان در شدی  3925
  • Kulaklarından boğazlarına bir yol olsaydı onların öğütleri, gönüllerine tesir ederdi.
  • چون همه نارست جانش نیست نور  ** که افکند در نار سوزان جز قشور 
  • Fakat bu çeşit adam, baştanbaşa ateştir, nur değil. Yakıcı ateşe de ancak kabuklar atılır.
  • مغز بیرون ماند و قشر گفت رفت  ** کی شود از قشر معده گرم و زفت 
  • İç, kabuktan çıktı. Kabuktan ibaret olan söz, kaybolup gitti. Mide hiç kabuktan kızışır, gelişir mi?
  • نار دوزخ جز که قشر افشار نیست  ** نار را با هیچ مغزی کار نیست 
  • Cehennem ateşi ancak kabuğu yakar. Ateşin içle hiçbir işi yoktur.