حق معیت گفت و دل را مهر کرد ** تا که عکس آید به گوش دل نه طرد 4180
Tanrı, kullarıyla beraber olduğunu anlattı, sonra da bu sırrı gönlün aksetsin, bununla kanaat etmesin, bu sırrı araştırsın diye gönülü mühürledi.
چون سفرها کرد و داد راه داد ** بعد از آن مهر از دل او بر گشاد
Gönül seferlere düştü yollar aştı… Ondan sonra gönüldeki mührü açtı.
چون خطایین آن حساب با صفا ** گرددش روشن ز بعد دو خطا
Hesaptaki iki yanlış gibi hani. O iki yanlıştan sonra hesap aydınlanır, doğrulur ya, tıpkı onun gibi.
بعد از آن گوید اگر دانستمی ** این معیت را کی او را جستمی
Fakat seferden sonra der ki: Bu beraberliği bilseydim hiç onu arar mıydım?
دانش آن بود موقوف سفر ** ناید آن دانش به تیزی فکر
İyi ama onu anlamak sefere bağlıdır. O anlayış keskin fikirlerle elde edilmez ki.
آنچنان که وجه وام شیخ بود ** بسته و موقوف گریهی آن وجود 4185
Hani Şeyh’in borcunun verilmesi de o çocuğun ağlamasına bağlıydı ya.
کودک حلواییی بگریست زار ** توخته شد وام آن شیخ کبار
Helvacı çocuk, zarı, zarı ağladı da o ulular Şeyhinin borcunu ödediler.
گفته شد آن داستان معنوی ** پیش ازین اندر خلال مثنوی
Bu manevi hikaye, bundan önce “Mesnevi” içinde söylendi.
در دلت خوف افکند از موضعی ** تا نباشد غیر آنت مطمعی
Ondan başka bir yerden tamah etmeyesin diye bir yerden gönlüne bir korkudur düşer.
در طمع فایدهی دیگر نهد ** وآن مرادت از کسی دیگر دهد
Fakat bu tamaha bir başka fayda verir; o muradın başka bir kimseden meydana gelir.
ای طمع در بسته در یک جای سخت ** که آیدم میوه از آن عالیدرخت 4190
Ey bir yere sıkıca bağlanan, maksadını oradan uman, o yüce ağaçtan meyve elde edeyim diyen!
آن طمع زان جا نخواهد شد وفا ** بل ز جای دیگر آید آن عطا
O maksadın, oradan olmaz da Tanrı onu başka bir yerden verir.
آن طمع را پس چرا در تو نهاد ** چون نخواستت زان طرف آن چیز داد
Peki… O şeyi sana umduğun taraftan vermeyecekti de neden o tamahı sana verdi?
از برای حکمتی و صنعتی ** نیز تا باشد دلت در حیرتی
Gönlüne bir hayret gelsin diye; bir hikmet bir kudret göstermek için.
تا دلت حیران بود ای مستفید ** که مرادم از کجا خواهد رسد
Ey fayda dileyen! Muradım acaba nereden meydana gelecek diye gönlün hayran olsun diye.
تا بدانی عجز خویش و جهل خویش ** تا شود ایقان تو در غیب بیش 4195
Bu suretle kendi aczini, bilgisizliğini bilirsin de gayba olan inanın büsbütün fazlalaşır.
هم دلت حیران بود در منتجع ** که چه رویاند مصرف زین طمع
Gönlüm de menfaat gelecek yerde hayrete düşer. Acaba bu tamahtan bu ümitten ne hasıl olacak dersin.
طمع داری روزیی در درزیی ** تا ز خیاطی بی زر تا زیی
Terzilikten rızık umarsın, sağ oldukça terzilikle geçinir giderim dersin.
رزق تو در زرگری آرد پدید ** که ز وهمت بود آن مکسب بعید
Derken rızkın kuyumculuktan meydana geliverir. Halbuki o vehmine bile gelmemişti senin.
پس طمع در درزیی بهر چه بود ** چون نخواست آن رزق زان جانب گشود
Peki, o rızık oradan meydana gelmeyecekti de terziliğe tamahın nedendi?
بهر نادر حکمتی در علم حق ** که نبشت آن حکم را در ما سبق 4200
Tanrı bilgisindeki eşsiz, örneksiz bir hikmet yüzündendi. Tanrı, onu ezelde öyle yazmıştı.
نیز تا حیران بود اندیشهات ** تا که حیرانی بود کل پیشهات
Düşüncen şaşırsın, bütün hünerin, işin gücün hayranlıktan ibaret olsun diye Tanrı bu hikmeti halk etti.
یا وصال یار زین سعیم رسد ** یا ز راهی خارج از سعی جسد
Acaba sevgilinin vuslatına bu çalışmasıyla mı ererim, yoksa bedeni çalışmam olmaksızın başka bir yoldan mı sevgiliye ulaşırım?
من نگویم زین طریق آید مراد ** میطپم تا از کجا خواهد گشاد
Maksadıma bu yoldan erişeceğim demem. Yalnız bakalım, isteğim nereden meydana gelecek diye çırpınır dururum;
سربریده مرغ هر سو میفتد ** تا کدامین سو رهد جان از جسد
Başı kesilmiş kuş, can bedeninden nerede kurtulacak diye her yana koşar çırpınır , çırpınır ya.
یا مراد من برآید زین خروج ** یا ز برجی دیگر از ذات البروج 4205
Ben de ya bu çıkışla muradıma nail olurum, yahut burçlarla süslü gökteki başka bir burçtan muradıma ererim dersin.
حکایت آن شخص کی خواب دید کی آنچ میطلبی از یسار به مصر وفا شود آنجا گنجیست در فلان محله در فلان خانه چون به مصر آمد کسی گفت من خواب دیدهایم کی گنجیست به بغداد در فلان محله در فلان خانه نام محله و خانهی این شخص بگفت آن شخص فهم کرد کی آن گنج در مصر گفتن جهت آن بود کی مرا یقین کنند کی در غیر خانهی خود نمیباید جستن ولیکن این گنج یقین و محقق جز در مصر حاصل نشود
Bir adam rüyasında birisini gördü. Gördüğü adam, kendisine “Zengin olmayı istiyorsun ya, bu maksadına Mısır’da erişeceksin. Orada bir define var; filan mahallede filan evde” dedi. Adam, Mısır’a gelince orada birisi, kendisine “Bağdat’ta filan mahallede filan evde bir define var” dedi. Mahallenin ve ev sahibinin adını söyledi. Adam Mısır’a gelmemdeki sebep, bu defineyi evimden başka bir yerde aramamaklığım lazımmış, bunu öğrenmek içinmiş demek. Yoksa bu defineyi, Mısır’da elde edemiyeceğim dedi.
بود یک میراثی مال و عقار ** جمله را خورد و بماند او عور و زار
Mal ve akara konmuş bir mirasyedi vardı. Konduğu mirasın hepsini yedi, çırçıplak kaldı.
مال میراثی ندارد خود وفا ** چون بناکام از گذشته شد جدا
Miras malının zaten vefası yoktur. Geçip gider, fayda etmez, geçip gider; sahibi, ondan ayrılıverir.
او نداند قدر هم کاسان بیافت ** کو بکد و رنج و کسبش کم شتاف
Mirasa konan malın kadrini bilmez çünkü kolay buldu. Dileyip savaşmadı pek o kadar zahmet çekmedi ki.
قدر جان زان میندانی ای فلان ** که بدادت حق به بخشش رایگان
Sana da Tanrı bu canı bedava verdi de o yüzden canının kadrini bilmiyorsun.
نقد رفت و کاله رفته و خانهها ** ماند چون چغدان در آن ویرانهها 4210
Adamın elindeki para da gitti, kumaş da gitti, evler de gitti. Yıkık yerlerde baykuşlar gibi kalakaldı.
گفت یا رب برگ دادی رفت برگ ** یا بده برگی و یا بفرست مرگ
Dedi ki: Yarabbi mal, mülk ekmek azık verdin, hepsi gitti. Ya lütfet bir geçim ver, yahut da ölümümü yolla.
چون تهی شد یاد حق آغاز کرد ** یا رب و یا رب اجرنی ساز کرد
Gönlünden her şey boşalınca yarabbi, yarabbi demeye koyuldu. “Rabbim beni kurtar, bana yardım et” demeye başladı.
چون پیمبر گفته مومن مزهرست ** در زمان خالیی ناله گرست
Peygamber “İnanan, kamışa benzer” demiştir. İçi boş olunca feryat eder.
چون شود پر مطربش بنهد ز دست ** پر مشو که آسیب دست او خوشست
Fakat kamışın içi dolu oldu mu çalgıcı onu elinden atar. Sakın dolu olma. Onun elinden gelen zarar da hoştur.
تی شو و خوش باش بین اصبعین ** کز می لا این سرمستست این 4215
Boş ol da Tanrı’nın iki parmağı arasında hoş bir hale gel. Çünkü bütün alem yokluk şarabından sarhoştur.
رفت طغیان آب از چشمش گشاد ** آب چشمش زرع دین را آب داد
O mirasyedinin de azgınlığı gitti, gözlerinden yaş boşandı. Gözyaşları, din mahsulüne su verdi.
سبب تاخیر اجابت دعای مومن
Müminin duasının geç kabul edilmesindeki sebep
ای بسا مخلص که نالد در دعا ** تا رود دود خلوصش بر سما
Nice ihlas sahibi vardır ki ağlar, sızlar, dua eder. Duasındaki ihlas dumanı da göğe kadar gider.
تا رود بالای این سقف برین ** بوی مجمر از انین المذنبین
Suçluların sızlanmasından bir öd ağacı kokusu, bu güzelim gök kubbenin ta yücelerine kadar varır.
پس ملایک با خدا نالند زار ** کای مجیب هر دعا وی مستجار
Bunun üzerine melekler Tanrı’ya sızlanmaya başlarlar: Ey her duayı kabul eden, ey sığınılan Tanrı!
بندهی مومن تضرع میکند ** او نمیداند به جز تو مستند 4220
Mümin kulun yalvarmada. Onun senden başka dayandığı yok.
تو عطا بیگانگان را میدهی ** از تو دارد آرزو هر مشتهی
Sen yabancılara bile ihsanda bulunursun. Her iştah sahibi, dileğini senden diler.
حق بفرماید که نه از خواری اوست ** عین تاخیر عطا یاری اوست
Tanrı buyurur ki: bu onu horlamak için değil. Ona geç ihsan etmem, onun faydasınadır.
حاجت آوردش ز غفلت سوی من ** آن کشیدش مو کشان در کوی من
İhtiyacı onu gafletten ayılttı, bana çevirdi; saçından tuttu, çeke, çeke benim tarafıma getirdi.
گر بر آرم حاجتش او وا رود ** هم در آن بازیچه مستغرق شود
Dileğini verirsem yine döner, o oyuncağa kapılır gaflete gark olur gider.
گرچه مینالد به جان یا مستجار ** دل شکسته سینهخسته گو بزار 4225
Gerçi ey sığınılan en düşkünlere yardım eden Tanrı diye gönlü kırık, perişan bir halde ağlayıp sızlanmada ama ko ağlasın, sızlasın.
خوش همیآید مرا آواز او ** وآن خدایا گفتن و آن راز او
Bana onun sesi hoş gelmede. O yarabbi demesi, sırlarını söylemesi hoşuma gidiyor.
وانک اندر لابه و در ماجرا ** میفریباند بهر نوعی مرا
Yalvararak başından geçenleri anlatarak beni her çeşit aldatmada.
طوطیان و بلبلان را از پسند ** از خوش آوازی قفس در میکنند
Dudu kuşlarıyla bülbülleri, seslerinin güzelliği yüzünden kafese koyarlar.
زاغ را و چغد را اندر قفس ** کی کنند این خود نیامد در قصص
Fakat kuzgunla baykuşu hiç kafese korlar mı? Böyle bir şey hiç işitilmemiştir.