-
دل بیارامد به گفتار صواب ** آنچنان که تشنه آرامد به آب
- Gönül doğru sözden huzur ve sükun bulur, susuzun suyla hararetini teskin etmesi gibi.
-
جز دل محجوب کو را علتیست ** از نبیش تا غبی تمییز نیست
- Ancak bir illete tutulmuş olan mahcup gönül, doğruyu anlamaz. O, peygamberlerle ahmak bir adamı bile ayırdedemez.
-
ورنه آن پیغام کز موضع بود ** بر زند بر مه شکافیده شود
- Yoksa mahallinden kopup gelen o haber, aya bile gelse onu ikiye böler.
-
مه شکافد وان دل محجوب نی ** زانک مردودست او محبوب نی
- Ay ikiye bölünür de o hicap altında kalmış gönül bölünmez. Çünkü o, sevgili değildir, onu Tanrı reddetmiştir.
-
چشمه شد چشم عسس ز اشک مبل ** نی ز گفت خشک بل از بوی دل 4280
- Bekçinin gözleri yaşardı, bir kaynak oldu adeta. Fakat kuru sözden değil, gönül korkusundan.
-
یک سخن از دوزخ آید سوی لب ** یک سخن از شهر جان در کوی لب
- Bir söz cehennemden kopar, adamın dudağına kadar gelir. Bir söz de can şehrinden kopar, dudağa gelir.
-
بحر جانافزا و بحر پر حرج ** در میان هر دو بحر این لب مرج
- Bu dudak, cana canlar katan denizle, eziyetler, zahmetler denizi arasında bir berzahtır.
-
چون یپنلو در میان شهرها ** از نواحی آید آنجا بهرها
- Şehirlerdeki köylü pazarına benzer adeta. Etraftan alışveriş için hep oraya gelirler.
-
کالهی معیوب قلب کیسهبر ** کالهی پر سود مستشرف چو در
- Kusurlu kumaşla, adamın kesesini berbadeden kalp akça ve inci gibi değerli ve pahalı kumaş, hep oradadır.
-
زین یپنلو هر که بازرگانترست ** بر سره و بر قلبها دیدهورست 4285
- Bu köylü pazarından kim, daha ziyade ticaretten anlar, geçer akçayla kalp akçayı görür, tanırsa kar eder.
-
شد یپنلو مر ورا دار الرباح ** وآن گر را از عمی دار الجناح
- Köylü pazarı, bu çeşit adama kar yeri olur. Başkasına da körlüğü yüzünden suç ve zarar yeridir.
-
هر یکی ز اجزای عالم یک به یک ** بر غبی بندست و بر استاد فک
- Alem cüzülerinden her biri, teker teker aptala düğümdür, ustaya düğüm açmak.
-
بر یکی قندست و بر دیگر چو زهر ** بر یکی لطفست و بر دیگر چو قهر
- Birine şekerdir, öbürüne zehir. Birine lütuftur, öbürüne kahır.
-
هر جمادی با نبی افسانهگو ** کعبه با حاجی گواه و نطقخو
- Her cansız şey, peygambere hikayeler söyler. Kabe, hacıya tanıklık eder, söz söyler.
-
بر مصلی مسجد آمد هم گواه ** کو همیآمد به من از دور راه 4290
- Mescit de namaz kılana tanıklık verir, ta uzak yollardan bana gelirdi der.
-
با خلیل آتش گل و ریحان و ورد ** باز بر نمرودیان مرگست و درد
- Ateş, Halil’e gül ve reyhan kesilir, Nemrud ’a uyanlaraysa ölümdür derttir.
-
بارها گفتیم این را ای حسن ** مینگردم از بیانش سیر من
- A güzelim, bunu defalarca söyledim, fakat söylemeye doyamıyorum ki.
-
بارها خوردی تو نان دفع ذبول ** این همان نانست چون نبوی ملول
- Solup sararmamak için defalarca ekmek yedin; işte bu hep ekmek… Nasıl olur da usanmazsın?
-
در تو جوعی میرسد تو ز اعتلال ** که همیسوزد ازو تخمه و ملال
- Mizacındaki itidal yüzünden yine acıkırsın. Bu açlıkla da senin hazımsızlığın yanar gider.
-
هرکه را درد مجاعت نقد شد ** نو شدن با جزو جزوش عقد شد 4295
- Kimde açlık derdi varsa bedeninin her cüzü, diğer cüzüyle bağdaşır yenileşir.
-
لذت از جوعست نه از نقل نو ** با مجاعت از شکر به نان جو
- Lezzet açlıktan gelir, yeni bir yemekten değil. Açlıkla yenen arpa ekmeği, şekerden lezzetlidir.
-
پس ز بیجوعیست وز تخمهی تمام ** آن ملالت نه ز تکرار کلام
- O usangaçlık da sözün tekrarından değildir, aç olmadan ve hazımsızlıktandır.
-
چون ز دکان و مکاس و قیل و قال ** در فریب مردمت ناید ملال
- Dükkandan, baç, ve haraç almadan, dedikodudan halkı aldatmadan usanmazsın.
-
چون ز غیبت و اکل لحم مردمان ** شصت سالت سیریی نامد از آن
- Altmış yıl gıybette bulunsan, insanların etini yesen yine doymazsın.
-
عشوهها در صید شلهی کفته تو ** بی ملولی بارها خوش گفته تو 4300
- Kadınları avlamak için işvelerde bulunursun, defalarca güzel sözler söylersin de yine bir türlü usanç gelmez.
-
بار آخر گوییش سوزان و چست ** گرمتر صد بار از بار نخست
- Son söylediğin sözü, ondan öncekinden daha yanarak, daha çevik bir halde ve ilk söylediğinden yüzlerce daha hararetli olarak söylersin.
-
درد داروی کهن را نو کند ** درد هر شاخ ملولی خو کند
- Dert, eski ilacı yeniler. Dert, her usanmış, bezmiş dalı kırar.
-
کیمیای نو کننده دردهاست ** کو ملولی آن طرف که درد خاست
- Eskileri yenileyen kimya, derttir. Nerede dert varsa orada usanç ne gezer?
-
هین مزن تو از ملولی آه سرد ** درد جو و درد جو و درد درد
- Kendine gel de usançtan soğuk soğuk ah etme. Dert ara, dert ara, dert ara dert!
-
خادع دردند درمانهای ژاژ ** رهزنند و زرستانان رسم باژ 4305
- Abes ilaçlar, derde derman aramak için hile düzerler. Yol kesicidirler, baç diye para almaya kalkışırlar.
-
آب شوری نیست در مان عطش ** وقت خوردن گر نماید سرد و خوش
- Acı su, içildiği zaman soğuktur, hoş gelir ama susuzluğu kesmez.
-
لیک خادع گشته و مانع شد ز جست ** ز آب شیرینی کزو صد سبزه رست
- Yalnız bir hiledir düzer, yüzlerce yeşillik bitiren tatlı suyu araştırmaya mani olur.
-
همچنین هر زر قلبی مانعست ** از شناس زر خوش هرجا که هست
- Her kalp altın da tıpkı bunun gibi nerede iyi ve güzel altın varsa onu araştırmaya mani kesilir.
-
پا و پرت را به تزویری برید ** که مراد تو منم گیر ای مرید
- Ey mürit, senin muradın benim, beni al diye hileyle kolunu kanadını keser.
-
گفت دردت چینم او خود درد بود ** مات بود ار چه به ظاهر برد بود 4310
- Senin derdini ben çekerim der ama o dert değildir, tortudur. Görünüşte sana tabidir ama hakikatte seni alt eder.
-
رو ز درمان دروغین میگریز ** تا شود دردت مصیب و مشکبیز
- Yürü yalancı dermandan kaç da derdin, sana derman olsun, iyileşsin, miskler saçsın.
-
گفت نه دزدی تو و نه فاسقی ** مرد نیکی لیک گول و احمقی
- Bekçi, evet; sen ne hırsızsın ne kötü bir adam. İyi adamsın ama aptalsın, ahmaksın.
-
بر خیال و خواب چندین ره کنی ** نیست عقلت را تسوی روشنی
- Bir rüyaya inanmış, bir hayale kapılmış, bu kadar yol aşıp buralara gelmişsin. Aklın yok galiba.
-
بارها من خواب دیدم مستمر ** که به بغدادست گنجی مستتر
- Ben yıllardır biteviye Bağdat’ta bir define var,
-
در فلان سوی و فلان کویی دفین ** بود آن خود نام کوی این حزین 4315
- Filan yerde, filan mahallede gömülüdür diye görürüm, der demez adam kendine geldi. Çünkü bekçi, kendisinin mahallesini söylüyordu.
-
هست در خانهی فلانی رو بجو ** نام خانه و نام او گفت آن عدو
- Bekçi sözüne devam etti: Yürü derler, filanın evinde o define. Adam büsbütün ayıldı. Çünkü o düşman, kendisinin evini ve adını söylemekteydi.
-
دیدهام خود بارها این خواب من ** که به بغدادست گنجی در وطن
- Bekçi söylüyordu: Ben defalarca bu rüyayı gördüm. Bağdat’ta böyle bir define var dediler de,
-
هیچ من از جا نرفتم زین خیال ** تو به یک خوابی بیایی بیملال
- Bu hayale kapılıp yerimden bile kıpırdamadım. Sense hiç usanmadan bir rüyaya kapılıp buralara kadar geliyorsun.
-
خواب احمق لایق عقل ویست ** همچو او بیقیمتست و لاشیست
- Ahmak adamın rüyası da aklınca olur; aklı gibi değersizdir, bir şeye yaramaz.
-
خواب زن کمتر ز خواب مرد دان ** از پی نقصان عقل و ضعف جان 4320
- Bil ki aklı ve ruhu da zayıf olduğu için kadının rüyası, erkeğin rüyasından daha aşağıdır, daha değersizdir.
-
خواب ناقصعقل و گول آید کساد ** پس ز بیعقلی چه باشد خواب باد
- Aklı kıt ve ahmak adamın rüyasında bir kıymet olmaz. Akılsızlıktan ne çıkar? Yel gibi bir rüya!
-
گفت با خود گنج در خانهی منست ** پس مرا آنجا چه فقر و شیونست
- Adam kendi kendine, define evimdeymiş de neden yoksulluktan feryad ederim?
-
بر سر گنج از گدایی مردهام ** زانک اندر غفلت و در پردهام
- Definenin başında yoksulluktan ölüyormuşum. Ne kadar da gaflet içindeymişim, ne kadar da perde ardındaymışım, gözüm örtülüymüş, dedi.
-
زین بشارت مست شد دردش نماند ** صد هزار الحمد بی لب او بخواند
- Bu muştuluktan sarhoş oldu, derdi kalmadı. Dilsiz, dudaksız yüz binlerce hamd okudu.
-
گفت بد موقوف این لت لوت من ** آب حیوان بود در حانوت من 4325
- İçinden nasibine ermek için bu sıkıntıya uğramam lazımmış. Halbuki abıhayat, benim meyhanemdeymiş.