English    Türkçe    فارسی   

6
464-513

  • مرکب توبه عجاب مرکبست  ** بر فلک تازد به یک لحظه ز پست 
  • Tövbe atı acayip bir attır. Bir anda şu aşağılık âlemden ta göğün üstüne kadar sıçrayıp çıkar.
  • لیک مرکب را نگه می‌دار از آن  ** کو بدزدید آن قبایت را نهان  465
  • Fakat atını da hırsızdan gözet ha. Biliyorsun ya, o, gizlice elbiseni de çaldı.
  • تا ندزدد مرکبت را نیز هم  ** پاس دار این مرکبت را دم به دم 
  • Aman şu atımı gözet de hırsız çalmasın.
  • حکایت آن شخص کی دزدان قوج او را بدزدیدند و بر آن قناعت نکرد به حیله جامه‌هاش را هم دزدیدند 
  • Hırsızlar,birisinin koçunu çaldılar.Onunla kanaat etmediler de elbisesini çaldılar.
  • آن یکی قج داشت از پس می‌کشید  ** دزد قج را برد حبلش را برید 
  • Birisinin bir koçu vardı. Boynuna bir ip bağlamış, ardından çekip götürüyordu. Bir hırsız geldi, ipini kesip koçu götürdü.
  • چونک آگه شد دوان شد چپ و راست  ** تا بیابد کان قج برده کجاست 
  • Adam haberdar olunca, koçu nereye götürdü diye sağa sola koşmaya başladı.
  • بر سر چاهی بدید آن دزد را  ** که فغان می‌کرد کای واویلتا 
  • Hırsızın bir kuyu başında eyvahlar olsun diye feryadetmekte olduğunu gördü.
  • گفت نالان از چی ای اوستاد  ** گفت همیان زرم در چه فتاد  470
  • Dedi ki: Üstat, neden feryat ediyorsun? Hırsız, kuyuya altın torbam düştü.
  • گر توانی در روی بیرون کشی  ** خمس بدهم مر ترا با دلخوشی 
  • Çıkarabilirsen sana gönül hoşluğu ile beşte birini veririm.
  • خمس صد دینار بستانی به دست  ** گفت او خود این بهای ده قجست 
  • Yüz altının beşte birine sahip olursun dedi.Adam, bu tam on koçun değeri.
  • گر دری بر بسته شد ده در گشاد  ** گر قجی شد حق عوض اشتر بداد 
  • Bir kapı kapandıysa on kapı açıldı. Bir koç gittiyse Allah, ona karşılık bir deve ihsan etti ,deyip ;
  • جامه‌ها بر کند و اندر چاه رفت  ** جامه‌ها را برد هم آن دزد تفت 
  • Elbisesini çıkarttı, kuyuya indi. Hırsız da derhal elbiselerini alıp kaçtı.
  • حازمی باید که ره تا ده برد  ** حزم نبود طمع طاعون آورد  475
  • Yolu köye çıkaracak bir tedbir gerek. Yoksa insana tamah tohumunu getiren tedbire tedbir demezler.
  • او یکی دزدست فتنه‌سیرتی  ** چون خیال او را بهر دم صورتی 
  • Tamah huyu fitneden ibaret bir hırsızdır ama hayal gibi her an bir surete bürünür.
  • کس نداند مکر او الا خدا  ** در خدا بگریز و وا ره زان دغا 
  • Onun hilesini Allah’dan da başka kimse bilmez.Allah’ya kaç da o alçaktan kurtul!
  • مناظره‌ی مرغ با صیاد در ترهب و در معنی ترهبی کی مصطفی علیه‌السلام نهی کرد از آن امت خود را کی لا رهبانیة فی الاسلام 
  • Mustafa aleyhisselâm “İslâmda rahiplik yoktur” buyurmuştur . Bu esasa göre kuşun , avcıyla konuşup,görüşmesi
  • مرغ گفتش خواجه در خلوت مه‌ایست  ** دین احمد را ترهب نیک نیست 
  • Kuş dedi ki: Azizim, halvette oturma. Ahmed’in dininde rahiplik iyi değildir.
  • از ترهب نهی کردست آن رسول  ** بدعتی چون در گرفتی ای فضول 
  • Peygamber, rahipliği nehyetti. Sen, nasıl oldu da böyle bid’ate kapıldın.
  • جمعه شرطست و جماعت در نماز  ** امر معروف و ز منکر احتراز  480
  • Cuma namazını kılmak, namazı cemaatle eda etmek, halka iyilik yapmalarını, Allah buyruklarını tutmalarını emretmek, kötülükte bulunmaktan çekinmek lâzım.
  • رنج بدخویان کشیدن زیر صبر  ** منفعت دادن به خلقان هم‌چو ابر 
  • Kötü huyluların zahmetlerini çekip sabretmek, bulut gibi halka menfaatli olmak gerek.
  • خیر ناس آن ینفع الناس ای پدر  ** گر نه سنگی چه حریفی با مدر 
  • “İnsanların hayırlısı halka faydalı olanıdır” babacığım. Taş değilsen taşla toprakla işin ne?
  • در میان امت مرحوم باش  ** سنت احمد مهل محکوم باشد 
  • Acınmış, Allah rahmetine erişmiş ümmetin arasında ol. Ahmed’in sünnetini bırakma, ona mahkûm et kendini.
  • گفت عقل هر که را نبود رسوخ  ** پیش عاقل او چو سنگست و کلوخ 
  • Adam dedi ki: Aklı tam olmayan, akıllı kişinin yanında taşa kerpice benzer.
  • چون حمارست آنک نانش امنیتست  ** صحبت او عین رهبانیتست  485
  • Ekmek isteğine düşen, eşekten farksızdır. Onunla konuşup görüşmek rahipliğin ta kendisidir.
  • زانک غیر حق همه گردد رفات  ** کل آت بعد حین فهو آت 
  • Çünkü Haktan başka ne varsa hepsi mahvolur gider. Her gelecek, bir müddet sonra gelir, olacak olur.
  • حکم او هم حکم قبله‌ی او بود  ** مرده‌اش خوان چونک مرده‌جو بود 
  • Adam olmayan kişinin hükmü de, kıblesine benzer. O ölüyü arayıp durur, var onu da ölü say sen.
  • هر که با این قوم باشد راهبست  ** که کلوخ و سنگ او را صاحبست 
  • Böyle adamlarla düşüp kalkan da rahiptir. Çünkü düşüp kalktığı adamlar, taştan, kerpiçten başka bir şey değildir.
  • خود کلوخ و سنگ کس را ره نزد  ** زین کلوخان صد هزار آفت رسد 
  • Hattâ onlar taştan, kerpiçten de beterdir. Çünkü taş ve kerpiç, kimsenin yolunu vurmaz. Halbuki bu kerpiçlerden insana yüz binlerce zarar gelir.
  • گفت مرغش پس جهاد آنگه بود  ** کین چنین ره‌زن میان ره بود  490
  • Kuş, iyi ama dedi, asıl savaş, yolda böyle yol vuranlar olunca savaştır.
  • از برای حفظ و یاری و نبرد  ** بر ره ناآمن آید شیرمرد 
  • Aslan gibi olan er, halkı korumak, onlara yardım etmek ve düşmanla savaşmak için emin olmayan yola gelir.
  • عرق مردی آنگهی پیدا شود  ** که مسافر همره اعدا شود 
  • Erlik, yolcu düşmanla çatıştığı zaman meydana çıkar.
  • چون نبی سیف بودست آن رسول  ** امت او صفدرانند و فحول 
  • Peygamber, kılıçla gönderildi, ümmeti de saflar yaran er bir ümmettir.
  • مصلحت در دین ما جنگ و شکوه  ** مصلحت در دین عیسی غار و کوه 
  • Bizim dinimiz de iş, savaştadır. İsa dininde mağaraya, dağa çekilip ibadette.
  • گفت آری گر بود یاری و زور  ** تا به قوت بر زند بر شر و شور  495
  • Adam dedi ki: Evet ama insanda güç kuvvet varsa, kötülüklere karşı durabilirse.
  • چون نباشد قوتی پرهیز به  ** در فرار لا یطاق آسان بجه 
  • Kuvvet olmayınca çekinmek daha doğru. Takatin yetmeyeceği şeyden kaçmak daha yerinde bir iş.
  • گفت صدق دل بباید کار را  ** ورنه یاران کم نیاید یار را 
  • Kuş, işe sarılmak için dedi, yüreğin doğru olması gerek. Yoksa insanın dostu eksik olmaz.
  • یار شو تا یار بینی بی‌عدد  ** زانک بی‌یاران بمانی بی‌مدد 
  • Sen dost ol da sayısız dost gör. Fakat dost olmazsan dostsuz, yardımsız kala kalırsın.
  • دیو گرگست و تو هم‌چون یوسفی  ** دامن یعقوب مگذار ای صفی 
  • Şeytan kurttur, sen de Yusuf’a benzersin. Ey temiz er, sakın Yakup’un eteğini bırakma.
  • گرگ اغلب آنگهی گیرا بود  ** کز رمه شیشک به خود تنها رود  500
  • Kurt, çok defa, sürüden bir kuzu, yalnız başına bir yol tutup ayrıldı mı onu kapar,yer.
  • آنک سنت یا جماعت ترک کرد  ** در چنین مسبع نه خون خویش خورد 
  • Sünneti ve topluluğu bırakan kişi, yırtıcı hayvanlarla dopdolu olan böyle bir yerde kendi kanını dökmez de ne yapar?
  • هست سنت ره جماعت چون رفیق  ** بی‌ره و بی‌یار افتی در مضیق 
  • Sünnet yoldur, topluluk da yoldaşa benzer. Yolsuz yoldaşsız oldun mu bu daracık yerde helâk oldun gitti.
  • همرهی نه کو بود خصم خرد  ** فرصتی جوید که جامه‌ی تو برد 
  • Akla düşman olan yoldaş, yoldaş değildir. O, bir fırsat arar ki elbiseni alıp götürsün.
  • می‌رود با تو که یابد عقبه‌ای  ** که تواند کردت آنجا نهبه‌ای 
  • Seninle beraber gider, gider ama bir aşılmaz bele, boğaza gelsin de varını yoğunu yağma etsin diye.
  • یا بود اشتردلی چون دید ترس  ** گوید او بهر رجوع از راه درس  505
  • Yahut da o yoldaş dediğin kimse görünüşte cesurdur fakat hakikatte korkak. Bu sarp iş başa düştü mü dönmek için sana ders vermeye kalkışır.
  • یار را ترسان کند ز اشتردلی  ** این چنین همره عدو دان نه ولی 
  • Korkaklığından dostunu da korkutur. Böyle yoldaşı düşman bil, dost değil.
  • راه جان‌بازیست و در هر غیشه‌ای  ** آفتی در دفع هر جان‌شیشه‌ای 
  • Bu yol, insanın canıyla başıyla oynayacağı yoldur. Her meşelikte, her sazlıkta yufka yüreklileri geriye çevirecek bir âfet vardır.
  • راه دین زان رو پر از شور و شرست  ** که نه راه هر مخنث گوهرست 
  • Din yolu, her puşt tabiatlının gideceği yol değildir. bu yüzden de tehlikelerle doludur.
  • در ره این ترس امتحانهای نفوس  ** هم‌چو پرویزن به تمییز سبوس 
  • Yoldaki bu korku, unu kepekten ayıran elek gibi insanların da yüreklilerini yüreksizlerinden ayırt eder.
  • راه چه بود پر نشان پایها  ** یار چه بود نردبان رایها  510
  • Yol, nasıl yoldur? Gidenlerin ayak izleri ile dopdolu bir yol. Dost nasıl dosttur? Rey ve tedbir bakımından merdivene benzeyen, seni aklı ile her an irşat edip yücelten dost.
  • گیرم آن گرگت نیابد ز احتیاط  ** بی ز جمعیت نیابی آن نشاط 
  • Tutalım ki ihtiyatlısın da seni kurt kapmadı. İyi ama topluluk olmadıkça o neşeyi bulamazsın ki.
  • آنک تنها در رهی او خوش رود  ** با رفیقان سیر او صدتو شود 
  • Yalnız olarak bir yolda neşeli neşeli giden kişinin neşesi, dostlarla, yoldaşlarla giderse birken yüz olur.
  • با غلیظی خر ز یاران ای فقیر  ** در نشاط آید شود قوت‌پذیر 
  • Eşek, ağır canlı olduğu halde eşeğiyle dostu ile giderse neşelenir kuvvet bulur.