English    Türkçe    فارسی   

6
4686-4735

  • این همان بادست که امن می‌گذشت  ** بود جان کشت و گشت او مرگ کشت 
  • Bu, emin bir surette geçip giden aynı yeldir. Ekinin caniydi, ölümü oldu işte.
  • دست آن کس که بکردت دست‌بوس  ** وقت خشم آن دست می‌گردد دبوس 
  • Bir adamın elini öpersin. Fakat kızdı mı o öptüğün el, bir topuz kesilir.
  • یا رب و یا رب بر آرد او ز جان  ** که ببر این باد را ای مستعان 
  • Hâsılı, yelin kötülüğünü gören yarabbi, yarabbi; ey yardımı dilenen Tanrı, sen bu yeli defet; sen bu diş ağrısını dindir demeye koyulur.
  • ای دهان غافل بدی زین باد رو  ** از بن دندان در استغفار شو 
  • Ey ağız, bu geçip giden yelden haberin bile yoktu. Şimdi anladın ya, dişlerini sık da istiğfar et bakalım.
  • چشم سختش اشک‌ها باران کند  ** منکران را درد الله‌خوان کند  4690
  • Dişi ağrıyanın keskin gözlerinden yağmur gibi gözyaşları akar. Dert inkâr edenlere aman Allah dedirtir.
  • چون دم مردان نپذرفتی ز مرد  ** وحی حق را هین پذیرا شو ز درد 
  • Erden, erlerin sözünü kabul etmedin, bari şimdi derde düştün, Tanrı vahyini kabul et.
  • باد گوید پیکم از شاه بشر  ** گه خبر خیر آورم گه شوم و شر 
  • Yel der ki: Ben Tanrı elçisiyim. Gah hayır haber getiririm, gah şer haber.
  • ز آنک مامورم امیر خود نیم  ** من چو تو غافل ز شاه خود کیم 
  • Başıma buyruk değilim, Tanrı emrine tabiim. Ben senin gibi padişahımdan gaafil değilim ki.
  • گر سلیمان‌وار بودی حال تو  ** چون سلیمان گشتمی حمال تو 
  • Süleyman'a benzersin, onun haliyle hallenirsen seni Süleyman gibi başımda taşırım.
  • عاریه‌ستم گشتمی ملک کفت  ** کردمی بر راز خود من واقفت  4695
  • Ben sana iğreti olarak gelir, mal olurum; seni kendime, sırlarıma vâkıf ederim.
  • لیک چون تو یاغیی من مستعار  ** می‌کنم خدمت ترا روزی سه چار 
  • Fakat isyan ettin, düşmanlığa kalkıştın mı sana ancak üç dört günceğiz hizmet ederim.
  • پس چو عادت سرنگونی‌ها دهم  ** ز اسپه تو یاغیانه بر جهم 
  • Sonra seni Ad gibi başaşağı eder, düşmancasına ordunun içine dalar çıkarım.
  • تا به غیب ایمان تو محکم شود  ** آن زمان که ایمانت مایه‌ی غم شود 
  • Bu suretle de iman, gam mayası olduğu zaman, gayba imanın kuvvetleşir.
  • آن زمان خود جملگان مؤمن شوند  ** آن زمان خود سرکشان بر سر دوند 
  • O zaman zaten herkes inanır, mümin olur. Bütün baş çekenler, baş eğerler.
  • آن زمان زاری کنند و افتقار  ** هم‌چو دزد و راه‌زن در زیر دار  4700
  • O zaman herkes ağlar, sızlar, yoksulluğunu söyler. Hırsızla yol kesicinin darağacının altında imana gelip sızıldanması gibi hani.
  • لیک گر در غیب گردی مستوی  ** مالک دارین و شحنه‌ی خود توی 
  • Fakat daha önce gayb âlemine iman edersen, o âleme sahibolursan iki cihanı da elde eder, kendi başına buyruk olursun.
  • شحنگی و پادشاهی مقیم  ** نه دو روزه و مستعارست و سقیم 
  • İki günlük iğreti ve bozuk düzen bir surette değil, ebedî olarak şahlık ve padişahlık elde edersin.
  • رستی از بیگار و کار خود کنی  ** هم تو شاه و هم تو طبل خود زنی 
  • Savaştan, gürültüden kurtulur, kendi işine sahibolursun. Padişah kesilir, kendi davulunu döversin.
  • چون گلو تنگ آورد بر ما جهان  ** خاک خوردی کاشکی حلق و دهان 
  • Bize bu âlem, boğaz gibi dar gelmede. Keşke boğaz ve ağız, toprak yeseydi!
  • این دهان خود خاک‌خواری آمدست  ** لیک خاکی را که آن رنگین شدست  4705
  • Zaten bu ağız toprak yer. Fakat renklerle bezenmiş, çeşitli suretlere girmiş toprağı yer.
  • این کباب و این شراب و این شکر  ** خاک رنگینست و نقشین ای پسر 
  • Oğul, bu kebap, bu şarap, bu şeker, bezenmiş, boyanmış topraktır.
  • چونک خوردی و شد آن لحم و پوست  ** رنگ لحمش داد و این هم خاک کوست 
  • Onları yedin de onlar et ve deri oldu mu et rengine girerler, fakat onların aslı; topraktır.
  • هم ز خاکی بخیه بر گل می‌زند  ** جمله را هم باز خاکی می‌کند 
  • Hem topraktan türlü türlü şeyler yapar, hem de yine hepsini ufalar, toprak haline sokar.
  • هندو و قفچاق و رومی و حبش  ** جمله یک رنگ‌اند اندر گور خوش 
  • Hintli; Kıpçak; Rum ülkesinin halkı ve Habeş... Hepsi de mezarlarında hoş bir halde aynı renktedir.
  • تا بدانی کان همه رنگ و نگار  ** جمله روپوشست و مکر و مستعار  4710
  • Buna dikkat et de o rengin, o güzelliğin tamamiyle bir yüz örtüsünden ibaret olduğunu, iğreti bir şey bulunduğunu bil.
  • رنگ باقی صبغة الله است و بس  ** غیر آن بر بسته دان هم‌چون جرس 
  • Bâkir renk ancak Tanrı rengidir. Ondan başka renkler, bil ki çan gibi iğreti ve bağlantıdır.
  • رنگ صدق و رنگ تقوی و یقین  ** تا ابد باقی بود بر عابدین 
  • İbadet edenlerdeki doğruluk, takva ve yakîn rengi, ebediyen bakidir.
  • رنگ شک و رنگ کفران و نفاق  ** تا ابد باقی بود بر جان عاق 
  • Şüphe, küfran ve nifak rengi de âsiler için ebedîdir.
  • چون سیه‌رویی فرعون دغا  ** رنگ آن باقی و جسم او فنا 
  • Asi Firavun' un yüz karası gibi hani. Bedeni geçip gitmiştir ama rengi bakidir.
  • برق و فر روی خوب صادقین  ** تن فنا شد وان به جا تو یومن دین  4715
  • Doğruların güzel yüzlerindeki nur, bedenleri yok olsa da kıyamet gününe kadar kalır.
  • زشت آن زشتست و خوب آن خوب و بس  ** دایم آن ضحاک و این اندر عبس 
  • İşte ancak güzel o güzeldir, çirkin o çirkin. Daima o günler durur, buysa somurtur kalır.
  • خاک را رنگ و فن و سنگی دهد  ** طفل‌خویان را بر آن جنگی دهد 
  • Tanrı, toprağa bir renk, bir parlaklık verir, onu mücevher haline getirir. Çocuk tabiatlı olanları da onlara düşürür, savaşa sokar.
  • از خمیری اشتر وشیری پزند  ** کودکان از حرص آن کف می‌گزند 
  • Hamurdan deve ve aslan şekillerinde çörekler pişirirler. Çocuklar, onları görünce hırslarından ellerini dişlerler.
  • شیر و اشتر نان شود اندر دهان  ** در نگیرد این سخن با کودکان 
  • Fakat ağızda aslan da ekmek olur, deve de. Fakat çocuklara bu söz, tesir etmez ki.
  • کودک اندر جهل و پندار و شکیست  ** شکر باری قوت او اندکیست  4720
  • Çocuk, bilgisizlik, zan ve şüphe içindedir. Allaha şükürler olsun ki kuvveti azdır yoksa.
  • طفل را استیزه و صد آفتست  ** شکر این که بی‌فن و بی‌قوتست 
  • Şükürler olsun ki hilesi ve gücü yoktur. Yoksa çocuğun yüzlerce savaşı ve âfeti vardır.
  • وای ازین پیران طفل ناادیب  ** گشته از قوت بلای هر رقیب 
  • Eyvah bu, kuvvetleriyle her rakibe belâ kesilen edepsiz koca bebeklerden!
  • چون سلاح و جهل جمع آید به هم  ** گشت فرعونی جهان‌سوز از ستم 
  • Silâhla bilgisizlik bir araya gelince Firavun, sitemle bütün dünyayı yakar yandırır.
  • شکر کن ای مرد درویش از قصور  ** که ز فرعونی رهیدی وز کفور 
  • Ey yoksul, yoksullukla Firavunluktan, kâfirlikten kurtuldun, şükret.
  • شکر که مظلومی و ظالم نه‌ای  ** آمن از فرعونی و هر فتنه‌ای  4725
  • Şükret ki mazlumsun, zâlim değilsin. Firavunluktan ve sınanmadan eminsin.
  • اشکم تی لاف اللهی نزد  ** که آتشش را نیست از هیزم مدد 
  • Boş karın, Allahlık lâfına giremez. Onun ateşine odun yardım edemez.
  • اشکم خالی بود زندان دیو  ** کش غم نان مانعست از مکر و ریو 
  • Boş karın, şeytanın zindanıdır. Çünkü ekmek derdi, onun hilesine, düzenine mânidir.
  • اشکم پر لوت دان بازار دیو  ** تاجران دیو را در وی غریو 
  • Dolu karın, bil ki şeytanın pazarıdır. Şeytan tacirleri orada gürültü eder dururlar.
  • تاجران ساحر لاشی‌فروش  ** عقل‌ها را تیره کرده از خروش 
  • Hiçbir şey satmayan büyücü tacirler, gürültüyle akılları bulandırır, berbadederler.
  • خم روان کرده ز سحری چون فرس  ** کرده کرباسی ز مهتاب و غلس  4730
  • Geceleyin büyü yaparak küpü at gibi yürütürler. Ay ışığıyla sabaha karşı olan karanlığı kumaş haline getirirler.
  • چون بریشم خاک را برمی‌تنند  ** خاک در چشم ممیز می‌زنند 
  • İbrişim gibi toprağı örerler; temyiz sahibinin gözüne toprak serperler.
  • چندلی را رنگ عودی می‌دهند  ** بر کلوخیمان حسودی می‌دهند 
  • Kokusuz yaban ağacına ödağacı rengini verirler. Taş ve toprak parçasını bize hoş gösterirler, bizi hasetçi yaparlar.
  • پاک آنک خاک را رنگی دهد  ** هم‌چو کودکمان بر آن جنگی دهد 
  • Noksan sıfatlardan temizdir o Tanrı ki toprağa bir renk verir, çocuk gibi bizi ona kaptırır, birbirimize düşürür.
  • دامنی پر خاک ما چون طفلکان  ** در نظرمان خاک هم‌چون زر کان 
  • Eteğimizi çocuklar gibi toprakla doldururuz. Bizim gözümüzle o toprak, madenden çıkmış altın görünür.
  • طفل را با بالغان نبود مجال  ** طفل را حق کی نشاند با رجال  4735
  • Çocuğun, yetişmiş erlere karşı bir mecali yoktur. Tanrı çocuğu erkeklerle bir araya koymaz, bir derecede tutmaz ki.