English    Türkçe    فارسی   

6
59-108

  • هست بی‌رنگی اصول رنگها  ** صلحها باشد اصول جنگها 
  • Renklerin asılları, renksizliktir... Savaşların aslı, barışlardır.
  • آن جهانست اصل این پرغم وثاق  ** وصل باشد اصل هر هجر و فراق  60
  • Bu gamlarla dolu olan bucağın aslı, o âlemdir. Her ayrılığın aslı, buluşmadır.
  • این مخالف از چه‌ایم ای خواجه ما  ** واز چه زاید وحدت این اعداد را 
  • Hocam, neden biz bu aykırılıklar içindeyiz? Neden birlik bu sayıları doğuruyor?
  • زانک ما فرعیم و چار اضداد اصل  ** خوی خود در فرع کرد ایجاد اصل 
  • Çünkü biz fer’iz, bu birbirine zıt olan dört asıl, feride kendi huyunu işliyor.
  • گوهر جان چون ورای فصلهاست  ** خوی او این نیست خوی کبریاست 
  • Halbuki can cevheri, ayrılıkların ötesinden. Onun huyu bu değil, onun huyu, ulu Allah’nın huyu.
  • جنگها بین کان اصول صلحهاست  ** چون نبی که جنگ او بهر خداست 
  • Savaşlara da bak. O savaşlar, barışların asılları. Allah uğrunda savaşan Peygamber gibi hani.
  • غالبست و چیر در هر دو جهان  ** شرح این غالب نگنجد در دهان  65
  • O, iki cihanda da üstündür. Bu üstünü dil anlatmaz ki.
  • آب جیحون را اگر نتوان کشید  ** هم ز قدر تشنگی نتوان برید 
  • Irmak suyunu tamamıyla içmenin imkânı yok. Yok ama susuzluğu giderecek kadar içmenin de imkânı yok.
  • گر شدی عطشان بحر معنوی  ** فرجه‌ای کن در جزیره‌ی مثنوی 
  • Mâna denizine susamışsan Mesnevi adasından o denize bir ark aç.
  • فرجه کن چندانک اندر هر نفس  ** مثنوی را معنوی بینی و بس 
  • O arkı o derece aç ki her an Mesneviyi, ancak ve ancak mâna denizi göresin.
  • باد که را ز آب جو چون وا کند  ** آب یک‌رنگی خود پیدا کند 
  • Yel, derenin üzerindeki saman çöplerini temizledi mi su, tek renkliliğini meydana çıkarır.
  • شاخهای تازه‌ی مرجان ببین  ** میوه‌های رسته ز آب جان ببین  70
  • Sen Mesnevide ter-ü taze mercan dallarını gör, can suyundan bitmiş meyveleri seyret.
  • چون ز حرف و صوت و دم یکتا شود  ** آن همه بگذارد و دریا شود 
  • Söz, harften, sesten ve soluktan ayrıldı mı hepsini bırakır, deniz kesilir.
  • حرف‌گو و حرف‌نوش و حرفها  ** هر سه جان گردند اندر انتها 
  • Harfi söyleyen de, duyan da, hattâ harfler de, bu üçü de sonunda can olur.
  • نان‌دهنده و نان‌ستان و نان‌پاک  ** ساده گردند از صور گردند خاک 
  • Ekmek veren, ekmek alan ve pak ekmek, suretlerden kurtulur, toprak olur.
  • لیک معنیشان بود در سه مقام  ** در مراتب هم ممیز هم مدام 
  • Fakat mânaları, yine birbirinden ayrı olarak ve daimî bir surette üç makamdadır.
  • خاک شد صورت ولی معنی نشد  ** هر که گوید شد تو گویش نه نشد  75
  • Suret toprak olur ama mâna olmaz. Kim, olur derse de ki: Hayır buna imkân yok.
  • در جهان روح هر سه منتظر  ** گه ز صورت هارب و گه مستقر 
  • Ruh âleminde gâh suretten kaçarak, gâh surete bürünerek üçü de beklerler.
  • امر آید در صور رو در رود  ** باز هم از امرش مجرد می‌شود 
  • Suretlere gidin diye emir gelir, giderler. Yine onun emri ile suretlerden ayrılırlar.
  • پس له الخلق و له الامرش بدان  ** خلق صورت امر جان راکب بر آن 
  • Hâsılı “Halk da onundur, emir de” sırrını bil. Halk, surettir, emir de o surete binen can.
  • راکب و مرکوب در فرمان شاه  ** جسم بر درگاه وجان در بارگاه 
  • Binek de padişahın buyruğundadır, binen de. Cisim kapıdadır, can huzurda.
  • چونک خواهد که آب آید در سبو  ** شاه گوید جیش جان را که ارکبوا  80
  • Su, testiye dolmak istedi mi padişah, can askerine binin diye emreder.
  • باز جانها را چو خواند در علو  ** بانگ آید از نقیبان که انزلوا 
  • Sonra yine canları yücelere çekmek diledi mi padişah nakiplerinden ses gelir: İnin!
  • بعد ازین باریک خواهد شد سخن  ** کم کن آتش هیزمش افزون مکن 
  • Bundan öte söz inceldi. Ateşi azalt, odunu çok atma.
  • تا نجوشد دیگهای خرد زود  ** دیگ ادراکات خردست و فرود 
  • Atma da küçücük çömlek kaynamasın. Anlayış çömlekleri pek küçük ve pek yufka.
  • پاک سبحانی که سیبستان کند  ** در غمام حرفشان پنهان کنند 
  • Noksandan münezzeh Allah, bir elmalık meydana getirmede, onları ağaçlara, yapraklara benzeyen harfler içinde gizlemede.
  • زین غمام بانگ و حرف و گفت و گوی  ** پرده‌ای کز سیب ناید غیر بوی  85
  • Bu ses, harf ve dedikodu ağaçlığı arasında elmadan ancak bir koku alınabilir.
  • باری افزون کش تو این بو را به هوش  ** تا سوی اصلت برد بگرفته گوش 
  • Bari sen de bu kokuyu aklına iyice çek, bu kokuyu iyice al da seni kulağından tutup asla kadar götürsün.
  • بو نگه‌دار و بپرهیز از زکام  ** تن بپوش از باد و بود سرد عام 
  • Nezle olmamaya, koku almaya bak. Halkın yelinden, nefesinden bedenini ört.
  • تا نینداید مشامت را ز اثر  ** ای هواشان از زمستان سردتر 
  • Onların havaları, kış rüzgârlarından da soğuktur. Örtün, bürün de burnuna girmesin.
  • چون جمادند و فسرده و تن‌شگرف  ** می‌جهد انفاسشان از تل برف 
  • Onlar, cansız, donmuş kişilerdir. Nefesleri, karlı dağlardan gelir.
  • چون زمین زین برف در پوشد کفن  ** تیغ خورشید حسام‌الدین بزن  90
  • Fakat yeryüzü bu karlı kefene büründü mü durma, hemen Hüsameddin’in güneş kılıcını vur.
  • هین بر آر از شرق سیف‌الله را  ** گرم کن زان شرق این درگاه را 
  • Derhal doğudan Allah kılıcını çek, o doğuyla bu tapıyı ısıt.
  • برف را خنجر زند آن آفتاب  ** سیلها ریزد ز کهها بر تراب 
  • Güneş, karı hançerledi mi dağlardan ovalardan seller yürür.
  • زانک لا شرقیست و لا غربیست او  ** با منجم روز و شب حربیست او 
  • Çünkü o, ne doğudadır, ne batıda. Gece gündüz müneccimle savaşır durur.
  • که چرا جز من نجوم بی‌هدی  ** قبله کردی از لیمی و عمی 
  • Neden der, benden başka ve yol göstermeyen yıldızları bayağılık ve körlük yüzünden kıble edindin?
  • تا خوشت ناید مقال آن امین  ** در نبی که لا احب الا فلین  95
  • Kuran’da o emin erin “Ben batanları sevmem” sözü hoşuna gitmedi.
  • از قزح در پیش مه بستی کمر  ** زان همی رنجی ز وانشق القمر 
  • Ayın önüne geçtin, beline eleğim sağmadan kulluk kemerini bağladın da o yüzden ayın ikiye bölünüşünden incindin.
  • منکری این را که شمس کورت  ** شمس پیش تست اعلی‌مرتبت 
  • “Güneş dürülür” âyetini inkâr edersin. Çünkü sence güneş, en yüce bir mertebedir.
  • از ستاره دیده تصریف هوا  ** ناخوشت آید اذا النجم هوی 
  • Havanın değişmesini yıldızların tesirinden bilirsin de “And olsun yıldıza, indiği zaman” âyetinden hoşlanmazsın.
  • خود مثرتر نباشد مه ز نان  ** ای بسا نان که ببرد عرق جان 
  • Ay, ekmekten de tesirli değildir ya. Nice ekmek vardır ki adamın can damarını koparır.
  • خود مثرتر نباشد زهره زآب  ** ای بسا آبا که کرد او تن خراب  100
  • Zühre, sudan daha tesirli değildir ya. Nice su vardır ki bedeni harap eder.
  • مهر آن در جان تست و پند دوست  ** می‌زند بر گوش تو بیرون پوست 
  • Fakat onun sevgisi senin canındadır da onun için dostun öğüdü bir kulağından girer, bir kulağından çıkar.
  • پند ما در تو نگیرد ای فلان  ** پند تو در ما نگیرد هم بدان 
  • Fakat bil ki senin öğüdün de bize tesir etmez, bizim öğüdümüz de sana!
  • جز مگر مفتاح خاص آید ز دوست  ** که مقالید السموات آن اوست 
  • Meğer ki göklerin anahtarları elinde olan sevgiliden sana hususi bir anahtar ihsan edile.
  • این سخن هم‌چون ستاره‌ست و قمر  ** لیک بی‌فرمان حق ندهد اثر 
  • Bu söz, yıldıza benzer, aya benzer. Fakat Allah buyruğu olmaksızın tesir etmez.
  • این ستاره‌ی بی‌جهت تاثیر او  ** می‌زند بر گوشهای وحی‌جو  105
  • Bu cihetsiz yıldız, yalnız vahiy arayan kulaklara tesir eder.
  • کی بیایید از جهت تا بی‌جهات  ** تا ندراند شما را گرگ مات 
  • Cihetten cihetsizlik âlemine gelin de sizi kurdu paralamasın der.
  • آنچنان که لمعه‌ی درپاش اوست  ** شمس دنیا در صفت خفاش اوست 
  • Onun yıldızlar saçan pırıltısı karşısında şu dünya güneşi, bir yarasaya benzer.
  • هفت چرخ ازرقی در رق اوست  ** پیک ماه اندر تب و در دق اوست 
  • Yedi mavi gök, onun kulluğundadır. Bir çavuşa benzeyen ay, onun derdiyle yanmada, erimededir.