پیش تو خونست آب رود نیل ** نزد من خون نیست آبست ای نبیل 855
Nil ırmağı sana kandır ama bence kan değil, sudur ey akıllı kişi.
در حق تو آهنست آن و رخام ** پیش داود نبی مومست و رام
Sence o demirdir, tunçtur ama Davut peygambere mumdur.
پیش تو که بس گرانست و جماد ** مطربست او پیش داود اوستاد
Dağ, sana karşı ağırdır, cansızdır, fakat Davut’un önünde usta bir çalgıcı, bir okuyucudur.
پیش تو آن سنگریزه ساکتست ** پیش احمد او فصیح و قانتست
Senin önünde o kırık taşlar susarlar. Fakat Ahmed’in önünde fasih bir hale gelir, hamdü senada bulunurlar.
پیش تو استون مسجد مردهایست ** پیش احمد عاشقی دل بردهایست
Senin önünde mescidin sütunu ölüdür, fakat Ahmed’e karşı gönlünü aldırmış bir âşıktır.
جمله اجزای جهان پیش عوام ** مرده و پیش خدا دانا و رام 860
Cihanın bütün cüzüleri halkın önünde ölüdür, Allah’ya karşı bilgi sahibi ve muti.
آنچ گفتی کاندرین خانه و سرا ** نیست کس چون میزنی این طبل را
Bu evde bu konakta kimse yok, neden bu davulu çalıyorsun, dedin.
بهر حق این خلق زرها میدهند ** صد اساس خیر و مسجد مینهند
Bu halk, Allah için paralar verir, yüzlerce hayrın temelini atar, mescitler yaparlar.
مال و تن در راه حج دوردست ** خوش همیبازند چون عشاق مست
Sarhoş âşıklar gibi uzun bir yol olan Hacca giderler, seve seve canları ile, malları ile oynarlar.
هیچ میگویند کان خانه تهیست ** بلک صاحبخانه جان مختبیست
Hiç o evde kimse yok derler mi? Ev sahibi, ev içinde gizlenen cana benzer.
پر همیبیند سرای دوست را ** آنک از نور الهستش ضیا 865
Allah nuru ile ışıklanan, sevgilinin konağını dolu görür.
بس سرای پر ز جمع و انبهی ** پیش چشم عاقبتبینان تهی
Nice dolu ve kalabalık konaklar vardır ki işin sonunu görenler, onları boş görürler.
هر که را خواهی تو در کعبه بجو ** تا بروید در زمان او پیش رو
Kimi dilersen Kâbe’de ara da derhal önünde beliriversin.
صورتی کو فاخر و عالی بود ** او ز بیت الله کی خالی بود
Ziynetli ve yüce olan bir suret, nasıl olur da Allah yurdu olmaz, boş olur?
او بود حاضر منزه از رتاج ** باقی مردم برای احتیاج
Ona kapı kapanmaz, o geldi mi derhal açılır. Fakat başkaları, aşkla değil, ihtiyaçlardan gelirler.
هیچ میگویند کین لبیکها ** بیندایی میکنیم آخر چرا 870
Hacca gidenler, neden bu ses duymadan “Lebbeyk” deyip duruyoruz derler mi?
بلک توفیقی که لبیک آورد ** هست هر لحظه ندایی از احد
Hakikatte onlara şu “Lebbeyk” demeyi nasip ediş, her lâhza tek Allah’dan gelen bir sestir.
من ببو دانم که این قصر و سرا ** بزم جان افتاد و خاکش کیمیا
Ben de koku aldım, biliyorum bu köşk, bu konak, can meclisinin kurulduğu yerdir toprağı da kimyadır.
مس خود را بر طریق زیر و بم ** تا ابد بر کیمیااش میزنم
Hafif ve tiz nağmelerle bakırımı ebediyen onun kimyasına vurup duracağım.
تا بجوشد زین چنین ضرب سحور ** در درافشانی و بخشایش به حور
Nihayet bu sahur davulum, denizleri coşturacak, inciler saçacak, ihsanlarda bulunacak.
خلق در صف قتال و کارزار ** جان همیبازند بهر کردگار 875
Halk, savaş safında Allah için canları ile oynar.
آن یکی اندر بلا ایوبوار ** وان دگر در صابری یعقوبوار
Birisi Eyüp gibi belâlara düşer, öbürü Yakup gibi sabreder.
صد هزاران خلق تشنه و مستمند ** بهر حق از طمع جهدی میکنند
Yüz binlerce susuz ve muhtaç kişi, Allah için tamaha düşer, çalışır durur.
من هم از بهر خداوند غفور ** میزنم بر در به اومیدش سحور
Ben de suçları yargılayan, örten Allah için bu kapıdan sahur davulu çalıyorum, benim de ümidim onda.
مشتری خواهی که از وی زر بری ** به ز حق کی باشد ای دل مشتری
Parasını almak için müşterimi istiyorsun? Gönül, Allah’dan daha iyi müşteri nerede var?
میخرد از مالت انبانی نجس ** میدهد نور ضمیری مقتبس 880
Malından pis dağarcığı alır, sana kendinden ışıklanan bir gönül nuru verir.
میستاند این یخ جسم فنا ** میدهد ملکی برون از وهم ما
Hakikatte yok olan şu buz kesmiş bedeni alır, vehmimize sığmaz bir saltanat ihsan eder.
میستاند قطرهی چندی ز اشک ** میدهد کوثر که آرد قند رشک
Birkaç katra göz yaşı alır, şekerlerin, balların hased ettiği kevseri bağışlar.
میستاند آه پر سودا و دود ** میدهد هر آه را صد جاه سود
Sevdalarla, dertlerle dolu ah-ı alır, her ah-a karşılık yüzlerce kârlı mevkii lûtfeder.
باد آهی که ابر اشک چشم راند ** مر خلیلی را بدان اواه خواند
Gözyaşı bulutunun sürdüğü ah bulutu yüzündendir ki Halil’e fazla ah eden dedi.
هین درین بازار گرم بینظیر ** کهنهها بفروش و ملک نقد گیر 885
Gel de hemen şu eşi olmayan alışverişi durmayan pazarda eskileri sat, hazır ve elde bir olan beyliği al.
ور ترا شکی و ریبی ره زند ** تاجران انبیا را کن سند
Eğer bir şüphe gelir de yolunu vurursa ticarette bulunan peygamberleri kendine senet yap.
بس که افزود آن شهنشه بختشان ** مینتاند که کشیدن رختشان
O padişahlar padişahı, onların talihlerini öyle yaver etti, onlara öyle bir baht verdi ki dağlar bile onların pılı pırtılarını çekmeye muktedir değildir.
قصهی احد احد گفتن بلال در حر حجاز از محبت مصطفی علیهالسلام در آن چاشتگاهها کی خواجهاش از تعصب جهودی به شاخ خارش میزد پیش آفتاب حجاز و از زخم خون از تن بلال برمیجوشید ازو احد احد میجست بیقصد او چنانک از دردمندان دیگر ناله جهد بیقصد زیرا از درد عشق ممتلی بود اهتمام دفع درد خار را مدخل نبود همچون سحرهی فرعون و جرجیس و غیر هم لایعد و لا یحصی
Bilâl, Hicaz sıcağında Mustafa aliyhisselâm’ın sevgisiyle “ Allah birdir, birAhad ahad “ derdi . Efendisi de kâfirlik gayretiyle kuşluk zamanları Hicaz güneşinin altında onu dikenle döverdi. Bilâl’in vücudu yaralanır, yaraların dan kan fışkırır, fakat yine ihtiyarsız olarak ağzından “ Ahad ahad “ sözü çıkardı, nitekim dertliler de ihtiyarsız bir surette feryad eder, inlerler.. Bilâl ,aşk derdiyle doluydu. Firavun’un büyücüleri Cercis Peygamber ve daha sayısız erler gibi oda bu derde düştüğünden diken derdinden kurtulmayı düşünmüyor , o derde aldırış bile etmiyordu.
تن فدای خار میکرد آن بلال ** خواجهاش میزد برای گوشمال
Efendisi, Bilâl’i terbiye etmek için diken dalı ile dövmekte, o da dikenlere canını feda etmekteydi.
که چرا تو یاد احمد میکنی ** بندهی بد منکر دین منی
Efendisi, neden Ahmed’i anmaktasın diyordu... Sen, kötü bir kulsun, benim dinimi inkâr ediyorsun.
میزد اندر آفتابش او به خار ** او احد میگفت بهر افتخار 890
Efendisi onu güneş altında dövmekte, o da “Ahad” diye övünmekteydi.
تا که صدیق آن طرف بر میگذشت ** آن احد گفتن به گوش او برفت
Derken Sıddıyk, o taraftan geçti, onun “Ahad” demesini duydu.
چشم او پر آب شد دل پر عنا ** زان احد مییافت بوی آشنا
Gözü doldu, gönlü incindi, o “Ahad” sözünden bir âşina kokusu aldı.
بعد از آن خلوت بدیدش پند داد ** کز جهودان خفیه میدار اعتقاد
Sonra onu tenhaca görüp nasihat verdi, dedi ki: İnanışını kâfirlerden gizli tut.
عالم السرست پنهان دار کام ** گفت کردم توبه پیشت ای همام
Allah, gizli şeyleri bilir, maksadını gizle. Bilâl, tövbe ettim dedi.
روز دیگر از پگه صدیق تفت ** آن طرف از بهر کاری میبرفت 895
Ertesi gün Sıddıyk, erkenden bir iş için oradan geçiyordu.
باز احد بشنید و ضرب زخم خار ** برفروزید از دلش سوز و شرار
Yine “Ahad” sözüyle dayak sesini duydu. Gönlü ateşlendi.
باز پندش داد باز او توبه کرد ** عشق آمد توبهی او را بخورد
Yine nasihat etti, o da tövbe etti ama aşk gelince tövbesini bozuverdi.
توبه کردن زین نمط بسیار شد ** عاقبت از توبه او بیزار شد
Böyle bir hayli tövbe etti, nihayet tövbeden bezdi.
فاش کرد اسپرد تن را در بلا ** کای محمد ای عدو توبهها
İnanışını açığa vurdu, bedenini belâya attı, ey Muhammed dedi, ey tövbelere düşman!
ای تن من وی رگ من پر ز تو ** توبه را گنجا کجا باشد درو 900
Bedenim de seninle dolu, damarım da. Artık bu bedene nasıl olur da tövbe sığar?
توبه را زین پس ز دل بیرون کنم ** از حیات خلد توبه چون کنم
Bundan böyle tövbeyi gönülden çıkaracağım. Ebedî hayattan nasıl olur da tövbe edebilirim?
عشق قهارست و من مقهور عشق ** چون شکر شیرین شدم از شور عشق
Aşk, kahredicidir, ben de onun eline düşmüş, kahrolmuş birisiyim. Aşkın coşup köpürmesiyle, aşkın acılığiyle şeker gibi tatlılaştım.
برگ کاهم پیش تو ای تند باد ** من چه دانم که کجا خواهم فتاد
Ey kasırga, senin önünde bir yaprağım ben, nereye düşeceğimi ne bilirim?
گر هلالم گر بلالم میدوم ** مقتدی آفتابت میشوم
Hilâl’sem de koşuşup duruyorum Bilâl’sem de. Senin güneşine uymuşum bir kere.