من ببو دانم که این قصر و سرا ** بزم جان افتاد و خاکش کیمیا
Ben de koku aldım, biliyorum bu köşk, bu konak, can meclisinin kurulduğu yerdir toprağı da kimyadır.
مس خود را بر طریق زیر و بم ** تا ابد بر کیمیااش میزنم
Hafif ve tiz nağmelerle bakırımı ebediyen onun kimyasına vurup duracağım.
تا بجوشد زین چنین ضرب سحور ** در درافشانی و بخشایش به حور
Nihayet bu sahur davulum, denizleri coşturacak, inciler saçacak, ihsanlarda bulunacak.
خلق در صف قتال و کارزار ** جان همیبازند بهر کردگار 875
Halk, savaş safında Allah için canları ile oynar.
آن یکی اندر بلا ایوبوار ** وان دگر در صابری یعقوبوار
Birisi Eyüp gibi belâlara düşer, öbürü Yakup gibi sabreder.
صد هزاران خلق تشنه و مستمند ** بهر حق از طمع جهدی میکنند
Yüz binlerce susuz ve muhtaç kişi, Allah için tamaha düşer, çalışır durur.
من هم از بهر خداوند غفور ** میزنم بر در به اومیدش سحور
Ben de suçları yargılayan, örten Allah için bu kapıdan sahur davulu çalıyorum, benim de ümidim onda.
مشتری خواهی که از وی زر بری ** به ز حق کی باشد ای دل مشتری
Parasını almak için müşterimi istiyorsun? Gönül, Allah’dan daha iyi müşteri nerede var?
میخرد از مالت انبانی نجس ** میدهد نور ضمیری مقتبس 880
Malından pis dağarcığı alır, sana kendinden ışıklanan bir gönül nuru verir.
میستاند این یخ جسم فنا ** میدهد ملکی برون از وهم ما
Hakikatte yok olan şu buz kesmiş bedeni alır, vehmimize sığmaz bir saltanat ihsan eder.
میستاند قطرهی چندی ز اشک ** میدهد کوثر که آرد قند رشک
Birkaç katra göz yaşı alır, şekerlerin, balların hased ettiği kevseri bağışlar.
میستاند آه پر سودا و دود ** میدهد هر آه را صد جاه سود
Sevdalarla, dertlerle dolu ah-ı alır, her ah-a karşılık yüzlerce kârlı mevkii lûtfeder.
باد آهی که ابر اشک چشم راند ** مر خلیلی را بدان اواه خواند
Gözyaşı bulutunun sürdüğü ah bulutu yüzündendir ki Halil’e fazla ah eden dedi.
هین درین بازار گرم بینظیر ** کهنهها بفروش و ملک نقد گیر 885
Gel de hemen şu eşi olmayan alışverişi durmayan pazarda eskileri sat, hazır ve elde bir olan beyliği al.
ور ترا شکی و ریبی ره زند ** تاجران انبیا را کن سند
Eğer bir şüphe gelir de yolunu vurursa ticarette bulunan peygamberleri kendine senet yap.
بس که افزود آن شهنشه بختشان ** مینتاند که کشیدن رختشان
O padişahlar padişahı, onların talihlerini öyle yaver etti, onlara öyle bir baht verdi ki dağlar bile onların pılı pırtılarını çekmeye muktedir değildir.
قصهی احد احد گفتن بلال در حر حجاز از محبت مصطفی علیهالسلام در آن چاشتگاهها کی خواجهاش از تعصب جهودی به شاخ خارش میزد پیش آفتاب حجاز و از زخم خون از تن بلال برمیجوشید ازو احد احد میجست بیقصد او چنانک از دردمندان دیگر ناله جهد بیقصد زیرا از درد عشق ممتلی بود اهتمام دفع درد خار را مدخل نبود همچون سحرهی فرعون و جرجیس و غیر هم لایعد و لا یحصی
Bilâl, Hicaz sıcağında Mustafa aliyhisselâm’ın sevgisiyle “ Allah birdir, birAhad ahad “ derdi . Efendisi de kâfirlik gayretiyle kuşluk zamanları Hicaz güneşinin altında onu dikenle döverdi. Bilâl’in vücudu yaralanır, yaraların dan kan fışkırır, fakat yine ihtiyarsız olarak ağzından “ Ahad ahad “ sözü çıkardı, nitekim dertliler de ihtiyarsız bir surette feryad eder, inlerler.. Bilâl ,aşk derdiyle doluydu. Firavun’un büyücüleri Cercis Peygamber ve daha sayısız erler gibi oda bu derde düştüğünden diken derdinden kurtulmayı düşünmüyor , o derde aldırış bile etmiyordu.
تن فدای خار میکرد آن بلال ** خواجهاش میزد برای گوشمال
Efendisi, Bilâl’i terbiye etmek için diken dalı ile dövmekte, o da dikenlere canını feda etmekteydi.
که چرا تو یاد احمد میکنی ** بندهی بد منکر دین منی
Efendisi, neden Ahmed’i anmaktasın diyordu... Sen, kötü bir kulsun, benim dinimi inkâr ediyorsun.
میزد اندر آفتابش او به خار ** او احد میگفت بهر افتخار 890
Efendisi onu güneş altında dövmekte, o da “Ahad” diye övünmekteydi.
تا که صدیق آن طرف بر میگذشت ** آن احد گفتن به گوش او برفت
Derken Sıddıyk, o taraftan geçti, onun “Ahad” demesini duydu.
چشم او پر آب شد دل پر عنا ** زان احد مییافت بوی آشنا
Gözü doldu, gönlü incindi, o “Ahad” sözünden bir âşina kokusu aldı.
بعد از آن خلوت بدیدش پند داد ** کز جهودان خفیه میدار اعتقاد
Sonra onu tenhaca görüp nasihat verdi, dedi ki: İnanışını kâfirlerden gizli tut.
عالم السرست پنهان دار کام ** گفت کردم توبه پیشت ای همام
Allah, gizli şeyleri bilir, maksadını gizle. Bilâl, tövbe ettim dedi.
روز دیگر از پگه صدیق تفت ** آن طرف از بهر کاری میبرفت 895
Ertesi gün Sıddıyk, erkenden bir iş için oradan geçiyordu.
باز احد بشنید و ضرب زخم خار ** برفروزید از دلش سوز و شرار
Yine “Ahad” sözüyle dayak sesini duydu. Gönlü ateşlendi.
باز پندش داد باز او توبه کرد ** عشق آمد توبهی او را بخورد
Yine nasihat etti, o da tövbe etti ama aşk gelince tövbesini bozuverdi.
توبه کردن زین نمط بسیار شد ** عاقبت از توبه او بیزار شد
Böyle bir hayli tövbe etti, nihayet tövbeden bezdi.
فاش کرد اسپرد تن را در بلا ** کای محمد ای عدو توبهها
İnanışını açığa vurdu, bedenini belâya attı, ey Muhammed dedi, ey tövbelere düşman!
ای تن من وی رگ من پر ز تو ** توبه را گنجا کجا باشد درو 900
Bedenim de seninle dolu, damarım da. Artık bu bedene nasıl olur da tövbe sığar?
توبه را زین پس ز دل بیرون کنم ** از حیات خلد توبه چون کنم
Bundan böyle tövbeyi gönülden çıkaracağım. Ebedî hayattan nasıl olur da tövbe edebilirim?
عشق قهارست و من مقهور عشق ** چون شکر شیرین شدم از شور عشق
Aşk, kahredicidir, ben de onun eline düşmüş, kahrolmuş birisiyim. Aşkın coşup köpürmesiyle, aşkın acılığiyle şeker gibi tatlılaştım.
برگ کاهم پیش تو ای تند باد ** من چه دانم که کجا خواهم فتاد
Ey kasırga, senin önünde bir yaprağım ben, nereye düşeceğimi ne bilirim?
گر هلالم گر بلالم میدوم ** مقتدی آفتابت میشوم
Hilâl’sem de koşuşup duruyorum Bilâl’sem de. Senin güneşine uymuşum bir kere.
ماه را با زفتی و زاری چه کار ** در پی خورشید پوید سایهوار 905
Ayın bedir oluş yahut zayıflayıp eriyerek hilâl haline gelişle ne işi var? O, güneşin ardına düşmüş gölge gibi koşar durur.
با قضا هر کو قراری میدهد ** ریشخند سبلت خود میکند
Kaza ve kadere karşı bir kararda durmaya kalkışan kendi sakalına güler.
کاهبرگی پیش باد آنگه قرار ** رستخیزی وانگهانی عزمکار
Hem bir saman çöpü olup rüzgârın önüne düşmek, hem de bir yerde durmaya kalkışmak. Hem kıyamet, hem de sonra işe güce girişmeye kalkmak!
گربه در انبانم اندر دست عشق ** یکدمی بالا و یکدم پست عشق
Ben aşkın elinde dağarcıktaki kedi gibiyim. Bir an yukarı çıkmadayım, bir an aşağı düşmede.
او همیگرداندم بر گرد سر ** نه به زیر آرام دارم نه زبر
O, beni başının üstünde döndürüp durmada. Ne aşağıda kararım var, ne yukarıda.
عاشقان در سیل تند افتادهاند ** بر قضای عشق دل بنهادهاند 910
Âşıklar kuvvetli bir selin önüne düşmüşlerdir. Onlar, aşkın takdirine razı olmuşlardır.
همچو سنگ آسیا اندر مدار ** روز و شب گردان و نالان بیقرار
Değirmen taşı gibi durup dinlenmeden gece gündüz inleyip sızlanarak döner dururlar.
گردشش بر جوی جویان شاهدست ** تا نگوید کس که آن جو راکدست
Değirmen taşının dönüp durması, kimse bu ırmak duruyor demesin diye ırmak arayanlara bir şahit olmuştur.
گر نمیبینی تو جو را در کمین ** گردش دولاب گردونی ببین
Arktaki suyu görmüyorsan gel de değirmen taşının dönüşünü gör der.
چون قراری نیست گردون را ازو ** ای دل اختروار آرامی مجو
Feleğin, o dönüp durmadan usandığı, bir karara bağlandığı yok. Sen de ey gönül, yıldız gibi ol, durup dinlenmeyi dileme.
گر زنی در شاخ دستی کی هلد ** هر کجا پیوند سازی بسکلد 915
Hangi dala el atsan, nereye ulaşıp yapışsan, aşk, o dalı kırar, o şeyi koparır.
گر نمیبینی تو تدویر قدر ** در عناصر جوشش و گردش نگر