- Hekim, hastanın yüzünü görüp, nabzını sayıp, idrarını muayene etti. Hastalığının ârazını ve sebeplerini de dinledi.
- رنگ رو و نبض و قاروره بدید ** هم علاماتش هم اسبابش شنید
- Dedi ki: “Öbür hekimlerin çeşitli tedavileri, tamir değil; büsbütün harap etmişler.
- گفت هر دارو که ایشان کردهاند ** آن عمارت نیست ویران کردهاند
- Onlar, iç ahvalinden haberdar değildirler. Körlüklerinden hepsinin aklı dışarıda.” 105
- بیخبر بودند از حال درون ** أستعیذ الله مما یفترون
- Hekim, hastalığı gördü, gizli şey ona açıldı. Fakat onu gizledi ve sultana söylemedi.
- دید رنج و کشف شد بر وی نهفت ** لیک پنهان کرد و با سلطان نگفت
- Hastalığı safra ve sevdadan değildi. Her odunun kokusu, dumanından meydana çıkar.
- رنجش از صفرا و از سودا نبود ** بوی هر هیزم پدید آید ز دود
- İnlemesinden gördü ki, o gönül hastasıdır. Vücudu afiyettedir ama o, gönle tutulmuştur.
- دید از زاریش کو زار دل است ** تن خوش است و او گرفتار دل است
- Âşıklık gönül iniltisinden belli olur, hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir.
- عاشقی پیداست از زاری دل ** نیست بیماری چو بیماری دل
- Âşığın hastalığı bütün hastalıklardan ayrıdır. Aşk, Tanrı sırlarının usturlâbıdır. 110
- علت عاشق ز علتها جداست ** عشق اصطرلاب اسرار خداست
- Âşıklık, ister o cihetten olsun, ister bu cihetten... Akıbet bizim için o tarafa kılavuzdur.
- عاشقی گر زین سر و گر ز ان سر است ** عاقبت ما را بدان سر رهبر است
- Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyleyeyim... Asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum.
- هر چه گویم عشق را شرح و بیان ** چون به عشق آیم خجل گردم از آن
- Dilin tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır.
- گر چه تفسیر زبان روشنگر است ** لیک عشق بیزبان روشنتر است
- Çünkü kalem, yazmada koşup durmaktadır, ama aşk bahsine gelince; çatlar, âciz kalır.
- چون قلم اندر نوشتن میشتافت ** چون به عشق آمد قلم بر خود شکافت
- Aşkın şerhinde akıl, çamura saplanmış eşek gibi yattı kaldı. Aşkı, âşıklığı yine aşk şerh etti. 115
- عقل در شرحش چو خر در گل بخفت ** شرح عشق و عاشقی هم عشق گفت
- Güneşin vücuduna delil, yine güneştir. Sana delil lâzımsa güneşten yüz çevirme.
- آفتاب آمد دلیل آفتاب ** گر دلیلت باید از وی رو متاب
- Gerçi gölgede güneşin varlığından bir nişan verir, fakat asıl güneş her an can nuru bahşeyler.
- از وی ار سایه نشانی میدهد ** شمس هر دم نور جانی میدهد
- Gölge sana gece misali gibi uyku getirir. Ama güneş doğuverince ay yarılır (nuru görünmez olur).
- سایه خواب آرد ترا همچون سمر ** چون بر آید شمس انشق القمر
- Zaten cihanda güneş gibi misli bulunmaz bir şey yoktur. Baki olan can güneşi öyle bir güneştir ki, asla gurub etmez.
- خود غریبی در جهان چون شمس نیست ** شمس جان باقیی کش امس نیست
- Güneş, gerçi tektir, fakat onun mislini tasvir etmek mümkündür. 120
- شمس در خارج اگر چه هست فرد ** میتوان هم مثل او تصویر کرد
- Ama kendisinden esîr var olan güneş, öyle bir güneştir ki, ona zihinde de, dışarda da benzer olamaz.
- شمس جان کاو خارج آمد از اثیر ** نبودش در ذهن و در خارج نظیر
- Nerede tasavvurda onun sığacağı bir yer ki misli tasvir edilebilsin!
- در تصور ذات او را گنج کو ** تا در آید در تصور مثل او
- Şemseddin’in sözü gelince dördüncü kat göğün güneşi başını çekti, gizlendi.
- چون حدیث روی شمس الدین رسید ** شمس چارم آسمان سر در کشید
- Onun adı anılınca ihsanlarından bir remzi anlatmak vacip oldu.
- واجب آید چون که آمد نام او ** شرح کردن رمزی از انعام او
- Can, şu anda eteğimi çekiyor. Yusuf’un gömleğinden koku almış! 125
- این نفس جان دامنم بر تافته ست ** بوی پیراهان یوسف یافته ست
- “Yıllarca süren sohbet hakkı için o güzel hallerden tekrar bir hali söyle, anlat.
- از برای حق صحبت سالها ** باز گو حالی از آن خوش حالها
- Ki yer, gök gülsün, sevinsin. Akıl, ruh ve göz de yüz derece daha fazla sevince, neşeye dalsın” (diyor).
- تا زمین و آسمان خندان شود ** عقل و روح و دیده صد چندان شود