- Akıl diyarında nice âlimler vardır! Bu akıl denizi ne kadar engindir!
- تا چه عالمهاست در سودای عقل ** تا چه با پهناست این دریای عقل
- Bizim şu şeklimiz bu tatlı denizde su üzerinde kâseler gibi yüzer. 1110
- صورت ما اندر این بحر عذاب ** میدود چون کاسهها بر روی آب
- İçi dolu olmadıkça kap, suyun yüzündedir. Dolunca denize batar.
- تا نشد پر بر سر دریا چو طشت ** چون که پر شد طشت در وی غرق گشت
- Akıl gizlidir, ortada bir âlem görünüp durur. Bizim şeklimiz; o denizin dalgasından yahut ıslaklığından ibarettir.
- عقل پنهان است و ظاهر عالمی ** صورت ما موج یا از وی نمی
- Suret, o denize ulaşmak için neyi vesile ittihaz ederse etsin, deniz; sureti, o vesile yüzünden daha uzağa atar.
- هر چه صورت می وسیلت سازدش ** ز آن وسیلت بحر دور اندازدش
- Gönül kendisine sır vereni; ok, kendisini uzağa atanı görmedikçe.
- تا نبیند دل دهندهی راز را ** تا نبیند تیر دور انداز را
- Atımı kaybettim sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla yolda hızlı hızlı koşturur! 1115
- اسب خود را یاوه داند وز ستیز ** میدواند اسب خود در راه تیز
- O yiğit, atını kaybolmuş sanır, bindiği atı inat ve hırçınlıkla koşturmuştur!
- اسب خود را یاوه داند آن جواد ** و اسب خود او را کشان کرده چو باد
- O sersem bağırır, arar, tarar kapı kapı dolaşır, her tarafı arar, sorar:
- در فغان و جستجو آن خیرهسر ** هر طرف پرسان و جویان دربدر
- “Atımı çalan nerede, kimdir?” Efendi, şu uyluğunun altındaki mahlûk ne?
- کان که دزدید اسب ما را کو و کیست ** این که زیر ران تست ای خواجه چیست
- Evet, bu attır; fakat bu at nerede? Ey at arayan yiğit binici, kendine gel!
- آری این اسب است لیک این اسب کو ** با خود آ ای شهسوار اسب جو
- Can, apaçık olduğundan, pek yakın bulunduğundan görünmez. İnsan, içi su ile dolu, dışı kupkuru küp gibidir. 1120
- جان ز پیدایی و نزدیکی است گم ** چون شکم پر آب و لب خشکی چو خم
- Kırmızı, yeşil ve sarı… Bu üç renkten önce ziyayı görmezsen bunları nasıl görürsün?
- کی ببینی سرخ و سبز و فور را ** تا نبینی پیش از این سه نور را
- Fakat senin aklın renkler içinde kaybolduğundan dolayı o renkler senin nurunu görmene engel oldu.
- لیک چون در رنگ گم شد هوش تو ** شد ز نور آن رنگها رو پوش تو
- Gece olunca o renkler örtüldü, o vakit rengi görmenin nurdan olduğunu görüp anladın.
- چون که شب آن رنگها مستور بود ** پس بدیدی دید رنگ از نور بود
- Haricî nur olmadıkça rengin görünmesi mümkün değildir. İçteki hayal rengi de böyledir.
- نیست دید رنگ بینور برون ** همچنین رنگ خیال اندرون
- Dış renkleri güneş ve Süha yıldızının nuruyla görünür. İç renkleri ise yüce nurların aksiyle görünür. 1125
- این برون از آفتاب و از سها ** و اندرون از عکس انوار علی
- Gözünün nurunun nuru da gönüldür. Göz nuru gönüllerin nurundan meydana gelir.
- نور نور چشم خود نور دل است ** نور چشم از نور دلها حاصل است
- Gönül nurunun nuru da, akıl ve duygu nurundan olmayan, onlardan ayrı bulunan Tanrı nurudur.
- باز نور نور دل نور خداست ** کاو ز نور عقل و حس پاک و جداست
- Gece nur olmadığı için renkleri görmedin. O halde nûrun zıddiyle münkeşif oldu ki. (T.M. 1126)
- شب نبد نوری ندیدی رنگها ** پس به ضد نور پیدا شد ترا
- Evvelâ nûr, sonra renk görülür, bunu da zıddı bulunan zulmetle anlarsın. (T.M. 1127)
- دیدن نور است آن گه دید رنگ ** وین به ضد نور دانی بیدرنگ
- Tanrı; bu zıddiyetle gönül hoşluğu meydana gelsin, her şey iyice anlaşılsın diye hastalığı ve kederi yarattı. 1130
- رنج و غم را حق پی آن آفرید ** تا بدین ضد خوش دلی آید پدید
- Şu halde gizli olan şeyler, zıddıyla meydana çıkar. Hakk’ın zıddı olmadığından gizlidir.
- پس نهانیها به ضد پیدا شود ** چون که حق را نیست ضد پنهان بود
- Evvelâ nura bakılır, sonra renge. Çünkü beyaz ve zenci, birbirine zıt olduğu için meydana çıkar.
- که نظر بر نور بود آن گه به رنگ ** ضد به ضد پیدا بود چون روم و زنگ
- Sen nuru, zıddıyla bildin. Zıt, zıddı meydana çıkarır, gösterir.
- پس به ضد نور دانستی تو نور ** ضد ضد را مینماید در صدور