- Arkadaşlarımla, senin için başka bir tavşanı da bana yoldaş etmiştiler.
- با من از بهر تو خرگوشی دگر ** جفت و همره کرده بودند آن نفر
- Bir erkek aslan, kulunuzun kanına kastetti. Yolda, bu iki yoldaşa da sataştı. 1170
- شیری اندر راه قصد بنده کرد ** قصد هر دو همره آینده کرد
- Ben ona “Biz padişahlar padişahının kuluyuz, o kapının iki küçük kapı yoldaşıyız” dedim.
- گفتمش ما بندهی شاهنشهایم ** خواجهتاشان که آن درگهایم
- Dedi ki: “Utan be! Padişahlar padişahı dediğin kim oluyor? Benim huzurumda öyle her adam olamayanın adını anma!
- گفت شاهنشه که باشد شرم دار ** پیش من تو یاد هر ناکس میار
- Eğer huzurumdan iki adım ileri atarsan seni de, padişahını da paramparça ederim.”
- هم ترا و هم شهت را بر درم ** گر تو با یارت بگردید از درم
- “Beni bırak, bir kerecik daha padişahımın yüzünü görüp seni haber vereyim” dedim.
- گفتمش بگذار تا بار دگر ** روی شه بینم برم از تو خبر
- Dedi ki: “Yoldaşını huzurumda rehin bırak; yoksa sen benim kanunumca kurbansın.” 1175
- گفت همره را گرو نه پیش من ** ور نه قربانی تو اندر کیش من
- Ona çok yalvardık, hiç fayda etmedi. Yoldaşımı alıp beni yalnız bıraktı.
- لابه کردیمش بسی سودی نکرد ** یار من بستد مرا بگذاشت فرد
- Arkadaşım hem şişmanlık ve letafetçe, hem de güzellik ve irilik bakımından benim üç mislimdi.
- یارم از زفتی دو چندان بد که من ** هم به لطف و هم به خوبی هم به تن
- Bundan böyle o aslan tarafından bu yol kapanmıştır, böyle bir düşman yüzünden, Padişahım, yol bağlıdır.
- بعد از این ز آن شیر این ره بسته شد ** رشتهی ایمان ما بگسسته شد
- Bundan sonra tahsisattan ümidini kes. Ben doğru söylüyorum, doğru söz acıdır.
- از وظیفه بعد از این اومید بر ** حق همیگویم ترا و الحق مر
- Sana tahsisat lâzımsa yolu temizle. Haydi gel, o pervasızı oradan kaldır!” dedi. 1180
- گر وظیفه بایدت ره پاک کن ** هین بیا و دفع آن بیباک کن
- Aslanın tavşana cevap vermesi ve onunla gitmesi
- جواب گفتن شیر خرگوش را و روان شدن با او
- Aslan dedi ki : “Bismillah, haydi gel bakalım, nerede o? Doğru söylüyorsan düş önüme!
- گفت بسم الله بیا تا او کجاست ** پیش در شو گر همیگویی تو راست
- Onun da cezasını vereyim, onun gibi yüz tanesinin de. Fakat bu sözün yalansa seni cezalandırırım.”
- تا سزای او و صد چون او دهم ** ور دروغ است این سزای تو دهم
- Tavşan; onu, kurduğu dolaba düşürmek için kılavuz gibi öne düştü.
- اندر آمد چون قلاووزی به پیش ** تا برد او را به سوی دام خویش
- Nişan koyduğu bir kuyuya doğru yola çıktılar. Aslana derin bir kuyuyu tuzak yapmıştı.
- سوی چاهی کاو نشانش کرده بود ** چاه مغ را دام جانش کرده بود
- Her ikisi de kuyunun bulunduğu yere yaklaştılar. İşte sana hilebaz, saman altından su yürüten bir tavşan! 1185
- میشدند این هر دو تا نزدیک چاه ** اینت خرگوشی چو آبی زیر کاه
- Su bir saman çöpünü ovaya götürür ama bir dağı nasıl sürükler acaba?
- آب کاهی را به هامون میبرد ** آب کوهی را عجب چون میبرد
- Onun hile tuzağı aslana kemenetti. Ne tuhaf tavşan ki bir aslanı avlıyor!
- دام مکر او کمند شیر بود ** طرفه خرگوشی که شیری میربود
- Bir Mûsâ, Firavun’u askeriyle, başındaki kalabalıkla Nil nehrinde öldürür;
- موسیی فرعون را با رود نیل ** میکشد با لشکر و جمع ثقیل
- Bir sivrisinek yarım kanadıyla pervasızca başın beynini yarar.
- پشهای نمرود را با نیم پر ** میشکافد بیمحابا درز سر
- Düşman sözü dinleyenin hali budur. Hasetçinin dostu olanın uğradığı cezayı gör! 1190
- حال آن کاو قول دشمن را شنود ** بین جزای آن که شد یار حسود
- Hâmân’ı dinleyen Firavunun, Şeytan’ı dinleyen Nemrûd’un hali budur.
- حال فرعونی که هامان را شنود ** حال نمرودی که شیطان را شنود
- Düşman her ne kadar dostça söylerse de, her ne kadar taneden, yemden bahsederse de sen onu tuzak bil!
- دشمن ار چه دوستانه گویدت ** دام دان گر چه ز دانه گویدت
- Sana şeker verirse sen bunu zehir bil, bir lütufta bulunursa onu kahır bil!
- گر ترا قندی دهد آن زهر دان ** گر به تن لطفی کند آن قهر دان