- Onun adı anılınca ihsanlarından bir remzi anlatmak vacip oldu.
- واجب آید چون که آمد نام او ** شرح کردن رمزی از انعام او
- Can, şu anda eteğimi çekiyor. Yusuf’un gömleğinden koku almış! 125
- این نفس جان دامنم بر تافته ست ** بوی پیراهان یوسف یافته ست
- “Yıllarca süren sohbet hakkı için o güzel hallerden tekrar bir hali söyle, anlat.
- از برای حق صحبت سالها ** باز گو حالی از آن خوش حالها
- Ki yer, gök gülsün, sevinsin. Akıl, ruh ve göz de yüz derece daha fazla sevince, neşeye dalsın” (diyor).
- تا زمین و آسمان خندان شود ** عقل و روح و دیده صد چندان شود
- “Beni külfete sokma, çünkü ben şimdi yokluktayım. Zihnim durakladı, onu övmekten âcizim.
- لا تکلفنی فإنی فی الفنا ** کلت أفهامی فلا أحصی ثنا
- Ayık olmayan kişinin her söylediği söz -dilerse tekellüfe düşsün, dilerse haddinden fazla zarafet satmaya kalkışsın- yaraşır söz değildir.
- کل شیء قاله غیر المفیق ** إن تکلف أو تصلف لا یلیق
- Eşi bulunmayan o sevgilinin vasfına dair ne söyleyeyim ki bir damarım bile ayık değil! 130
- من چه گویم یک رگم هشیار نیست ** شرح آن یاری که او را یار نیست
- Bu ayrılığın, bu ciğer kanının şerhini şimdi geç, başka bir zamana kadar bunu bırak!”
- شرح این هجران و این خون جگر ** این زمان بگذار تا وقت دگر
- (Can) dedi ki: “Beni doyur, çünkü ben açım. Çabuk ol çünkü vakit keskin bir kılıçtır.
- قال أطعمنی فإنی جائع ** و اعتجل فالوقت سیف قاطع
- Ey yoldaş, ey arkadaş! Sûfî, vakit oğludur (bulunduğu vaktin iktizasına göre iş görür). “Yarın” demek yol şartlarından değildir.
- صوفی ابن الوقت باشد ای رفیق ** نیست فردا گفتن از شرط طریق
- Sen yoksa sûfî bir er değil misin? Vara, veresiyeden yokluk gelir”.
- تو مگر خود مرد صوفی نیستی ** هست را از نسیه خیزد نیستی
- Ona dedim ki: “Sevgilinin sırlarını gizli kapaklı geçmek daha hoştur. Sen, artık hikâyelere kulak ver, işi onlardan anla! 135
- گفتمش پوشیده خوشتر سر یار ** خود تو در ضمن حکایت گوش دار
- Dilbere ait sırların, başkalarına ait sözler içinde söylenmesi daha hoştur.”
- خوشتر آن باشد که سر دلبران ** گفته آید در حدیث دیگران
- O, “Bunu apaçık söyle ki dini açık olarak anmak… Gizli anmaktan iyidir.
- گفت مکشوف و برهنه گوی این ** آشکارا به که پنهان ذکر دین
- Perdeyi kaldır ve açıkça söyle ki ben, güzelle gömlekli olarak yatmam” dedi.
- پرده بردار و برهنه گو که من ** مینخسبم با صنم با پیرهن
- Dedim ki: “O apaçık soyunur, çırılçıplak bir hale gelirse ne sen kalırsın, ne kucağın kalır, ne belin!
- گفتم ار عریان شود او در عیان ** نی تو مانی نی کنارت نی میان
- İste ama derecesine göre iste; bir otun, bir dağı çekmeye kudreti yoktur. 140
- آرزو میخواه لیک اندازه خواه ** بر نتابد کوه را یک برگ کاه
- Bu âlemi aydınlatan güneş, bir parçacık yaklaştı mı, her şey yandı gitti!
- آفتابی کز وی این عالم فروخت ** اندکی گر پیش آید جمله سوخت
- Fitneyi, kargaşalığı ve kan dökücülüğü araştırma, Şems-i Tebrizî’den bundan fazla bahsetme.
- فتنه و آشوب و خونریزی مجوی ** بیش از این از شمس تبریزی مگوی
- Bunun sonu yoktur; sen yine hikâyeye başla, onu tamamlamana bak.
- این ندارد آخر از آغاز گوی ** رو تمام این حکایت باز گوی
- O velinin, halayığın hastalığını anlamak için padişahtan halayıkla halvet olmayı dilemesi
- خلوت طلبیدن آن ولی از پادشاه جهت دریافتن رنج کنیزک
- (Hekim) dedi ki: “Ey padişah, evi halvet et, yakını da uzaklaştır.
- گفت ای شه خلوتی کن خانه را ** دور کن هم خویش و هم بیگانه را
- Köşeden, bucaktan kimse kulak vermesin de ben bu cariyecikten bir şeyler sorayım.” 145
- کس ندارد گوش در دهلیزها ** تا بپرسم زین کنیزک چیزها
- Oda boşaldı, Hekim ile hastadan başka kimsecikler kalmadı.
- خانه خالی ماند و یک دیار نی ** جز طبیب و جز همان بیمار نی
- Hekim tatlılıkla, yumuşak yumuşak dedi ki: “Memleketin neresi? Çünkü her memleket halkının ilâcı başka başkadır.
- نرم نرمک گفت شهر تو کجاست ** که علاج اهل هر شهری جداست
- O memlekette akrabandan kimler var? Kime yakınsınız; neye bağlısın?
- و اندر آن شهر از قرابت کیستت ** خویشی و پیوستگی با چیستت