- Adamları, hayvanları, cemadat ve nebatatı mat edene rastladım. 1275
- در من آمد آن که از وی گشت مات ** آدمی و جانور جامد نبات
- Bunlar cüziyattır, külliyatın da onun yüzünden renkleri sararmış, kokuları bozulmuştur.
- این خود اجزایند کلیات از او ** زرد کرده رنگ و فاسد کرده بو
- Cihan; gâh sabredip gâh şükrettikçe bağlar, bahçeler, gâh giyinir, gâh çırçıplak kalır;
- تا جهان گه صابر است و گه شکور ** بوستان گه حله پوشد گاه عور
- Güneş, ateş renginde doğmuşken diğer bir saatte baş aşağı batar;
- آفتابی کاو بر آید نارگون ** ساعتی دیگر شود او سر نگون
- Göklerde parıldayan yıldızlar; zaman zaman ihtiraka uğrarlar;
- اختران تافته بر چار طاق ** لحظه لحظه مبتلای احتراق
- Güzellikte yıldızlardan daha parlak olan ay da ince ağrıya tutulup hilâl olur; 1280
- ماه کاو افزود ز اختر در جمال ** شد ز رنج دق او همچون خیال
- Çok sakin ve edepli olan bu yeri de sarsıntı sıtmaya düşürür;
- این زمین با سکون با ادب ** اندر آرد زلزلهش در لرز تب
- Nice dağlar, bu ansızın gelen felâketten dolayı yeryüzüne kumlar gibi dağılıvermişlerdir!
- ای بسا که زین بلای مردهریگ ** گشته است اندر جهان او خرد و ریگ
- Ruhla eş olan hava bile kaza baş gösterince veba kesilir, ufunetlenir:
- این هوا با روح آمد مقترن ** چون قضا آید وبا گشت و عفن
- Ruhun kız kardeşi olan lâtif su, bir gölcükte sarı, acı ve bulanık bir hale gelir;
- آب خوش کاو روح را همشیره شد ** در غدیری زرد و تلخ و تیره شد
- Azametli ve kibirli ateşi bile bir yel söndürüverir! 1285
- آتشی کاو باد دارد در بروت ** هم یکی بادی بر او خواند یموت
- Denizin halini de ıstırabından, coşkunluğundan anla, aklının değişik durduğunu, kalıptan kalıba girdiğini bil!
- حال دریا ز اضطراب و جوش او ** فهم کن تبدیلهای هوش او
- Tanrı rızasını arayıp duran başı dönmüş feleğin hali de oğullarının hali gibidir:
- چرخ سر گردان که اندر جستجوست ** حال او چون حال فرزندان اوست
- Gâh en altta, gâh ortada, gâh en tepede. Onda da bölük bölük kutlu ve yomsuz zamanlar var!
- گه حضیض و گه میانه گاه اوج ** اندر او از سعد و نحسی فوج فوج
- Ey külliyat ile karışmış olan, ey insan! Basit cisimlerin halini de kendinden kıyas et!
- از خود ای جزوی ز کلها مختلط ** فهم میکن حالت هر منبسط
- Külliyatın böyle hastalıkları, böyle dertleri olunca onların cüzülerinin yüzü nasıl sararmaz? 1290
- چون که کلیات را رنج است و درد ** جزو ایشان چون نباشد روی زرد
- Hele birbirlerine zıt olan şeylerden; su, toprak, ateş ve yelden meydana gelmiş cüzü…
- خاصه جزوی کاو ز اضداد است جمع ** ز آب و خاک و آتش و باد است جمع
- Koyunun kurttan kaçmasına şaşılmaz; şaşılacak şey, bu koyunun kurda gönül vermesidir!
- این عجب نبود که میش از گرگ جست ** این عجب کاین میش دل در گرگ بست
- Sağlık, zıtların sulhüdür; aralarında savaşın başlamasını da ölüm bil!
- زندگانی آشتی ضدهاست ** مرگ آن کاندر میانشان جنگ خاست
- Tanrı’nın lûtfu, bu aslanla yaban eşeğine, bu iki zıdda, vefakârlık hususunda bir ülfet vermiştir.
- لطف حق این شیر را و گور را ** الف داده ست این دو ضد دور را
- Dünya hasta ve mahpus olunca, hastanın fâni olmasına şaşılır mı?” 1295
- چون جهان رنجور و زندانی بود ** چه عجب رنجور اگر فانی بود
- Tavşan aslana bu çeşit nasihatler verip “Ben bu sebepler yüzünden geriledim” dedi.
- خواند بر شیر او از این رو پندها ** گفت من پس ماندهام زین بندها
- Tavşanın ayağını geri çekmesindeki sebebi, aslanın ciddiyetle sorması
- پرسیدن شیر از سبب پای واپس کشیدن خرگوش
- Aslan dedi ki: “Sen bu sebepleri bırak da şu geriye çekilmenin sebebini söyle, benim maksadım o.”
- شیر گفتش تو ز اسباب مرض ** این سبب گو خاص کاین استم غرض
- Tavşan, “O aslan, bu kuyuda oturuyor; bu kalenin içinde bütün afetlerden emin!” dedi.
- گفت آن شیر اندر این چه ساکن است ** اندر این قلعه ز آفات ایمن است
- Aklı olan kimse oturmak için kuyu dibini seçmiştir. Çünkü gönül sefaları halvetler.
- قعر چه بگزید هر کی عاقل است ** ز آن که در خلوت صفاهای دل است