- Dallar, yapraklar, toprak hapsinden kurtulunca başlarını yükseltir, rüzgârın eşi, arkadaşı olurlar.
- شاخ و برگ از حبس خاک آزاد شد ** سر بر آورد و حریف باد شد
- Yapraklar, daldaki tomurcukları yarıp çıkınca ağacın tâ üstüne çıkarlar.
- برگها چون شاخ را بشکافتند ** تا به بالای درخت اشتافتند
- Her meyve ve her yaprak, tomurcuğunun diliyle Tanrı’nın şükrünü terennüm eder;
- با زبان شطاه شکر خدا ** میسراید هر بر و برگی جدا
- Bizim aslımızı, ihsan sahibi Tanrı yetiştirdi, nihayet ağaç kalınlaştı, doğrulup yükseldi de. 1345
- که بپرورد اصل ما را ذو العطا ** تا درخت استغلظ آمد و استوی
- Su ve çamur içinde olan canlar da bataklıklardan, su ve çamurdan kurtulunca gönülleri sevinç dolu bir halde.
- جانهای بسته اندر آب و گل ** چون رهند از آب و گلها شاد دل
- Tanrı aşkının havasında raks ederler; ayın on dördü gibi noksansız ve tam bir hale gelirler.
- در هوای عشق حق رقصان شوند ** همچو قرص بدر بینقصان شوند
- Tenleri oynayıp durur, ya canları ne haldedir? Sorma! Tamamıyla can olanlara gelince: onları hiç sorma (anlatmağa imkân yok!)
- جسمشان در رقص و جانها خود مپرس ** و آن که گرد جان از آنها خود مپرس
- Tavşan, aslanı zindana soktu. Aslan için ne ayıp şey; bir tavşancıktan geri kaldı!
- شیر را خرگوش در زندان نشاند ** ننگ شیری کاو ز خرگوشی بماند
- Böyle bir ayba sahip olduğu halde şaşılacak şey şurasıdır ki bir de kendisine Fahreddin lâkabını takmalarını ister! 1350
- در چنان ننگی و آن گه این عجب ** فخر دین خواهد که گویندش لقب
- Ey kişi! Sen, bu dünya kuyusunun dibinde mahpus kalan bir aslansın. Tavşan gibi olan nefsin, seni nasıl kahretti?
- ای تو شیری در تک این چاه فرد ** نفس چون خرگوش خونت ریخت و خورد
- Senin tavşan nefsin sahrada yiyip içmekte, zevk ve sefa etmekte. Sen ise şu dedikodu, bahis ve münakaşa kuyusunun dibindesin!
- نفس خرگوشت به صحرا در چرا ** تو به قعر این چه چون و چرا
- O aslan avcısı tavşan, av hayvanlarının bulunduğu yere koşup “birbirinizi muştulayın. Size müjdeci geldi.
- سوی نخجیران دوید آن شیر گیر ** کابشروا یا قوم إذ جاء البشیر
- Müjde, ey zevk u sefaya dalmış olanlar! Müjde ki o cehennem köpeği, geldiği cehenneme gitti.
- مژده مژده ای گروه عیشساز ** کان سگ دوزخ به دوزخ رفت باز
- Müjde! Tanrı o can düşmanının dişlerini söktü! 1355
- مژده مژده کان عدوی جانها ** کند قهر خالقش دندانها
- Pençesiyle nice başlar ezen düşmanı, ölüm süpürgesi çerçöp gibi süpürdü, gitti” dedi.
- آن که از پنجه بسی سرها بکوفت ** همچو خس جاروب مرگش هم بروفت
- Av hayvanlarının tavşanın etrafına toplanıp onu övmeleri
- جمع شدن نخجیران گرد خرگوش و ثنا گفتن او را
- O zaman, bütün hayvanlar, sevinçli bir halde gülüp oynayarak, onun yüzünü öptüler,
- جمع گشتند آن زمان جمله وحوش ** شاد و خندان از طرب در ذوق و جوش
- Etrafına halka oldular. O, çırağ gibi ortalarındaydı. Bütün sahradakiler, ona secde ettiler.
- حلقه کردند او چو شمعی در میان ** سجده آوردند و گفتندش که هان
- “Sen gökten inen bir melek misin, yoksa peri misin? Hayır, ne meleksin, ne peri! Sen, erkek aslanların Azrâilisin
- تو فرشتهی آسمانی یا پری ** نی تو عزراییل شیران نری
- Ne olursan ol; canımız sana kurban olsun! Ona galip geldin, elin, kolun sağ olsun! 1360
- هر چه هستی جان ما قربان تست ** دست بردی دست و بازویت درست
- Tanrı bu suyu, senin arkından akıttı; eline, koluna aferin!
- راند حق این آب را در جوی تو ** آفرین بر دست و بر بازوی تو
- Bir daha söyle! Onu hile ile nasıl inandırdın; o zalimi, düzenle nasıl kahrettin?
- باز گو تا چون سگالیدی به مکر ** آن عوان را چون بمالیدی به مکر
- Bir daha söyle ki hikâyen dertlere derman, canlara merhem olsun!
- باز گو تا قصه درمانها شود ** باز گو تا مرهم جانها شود
- Bir daha söyle ki o sitemkârın zulmünden canlarımızda yüz binlerce yaralar var” dediler.
- باز گو کز ظلم آن استم نما ** صد هزاران زخم دارد جان ما
- Tavşan dedi ki: “Ey ulular! Tanrı yardım etti, yoksa dünyada bir tavşan kim oluyor ki? 1365
- گفت تایید خدا بود ای مهان ** ور نه خرگوشی که باشد در جهان
- Koluma kuvvet, kalbime nur verdi; kalp nuru da elime ayağıma kudret verdi.
- قوتم بخشید و دل را نور داد ** نور دل مر دست و پا را زور داد