- Allah, bu teyit ve takviyesini zaman zaman, nevbet be-nevbet zan ehline de, basiret ehline de gösterir. (T.M. 1367)
- حق به دور و نوبت این تایید را ** مینماید اهل ظن و دید را
- Tavşanın av hayvanlarına “buna sevinmeyin” diye nasihat etmesi
- پند دادن خرگوش نخجیران را که بدین شاد مشوید
- Ey ikbal nöbetine erişen! Kendine gel, sevinme! Sen nöbetle mukayyetsin, hürlük taslama!
- هین به ملک نوبتی شادی مکن ** ای تو بستهی نوبت آزادی مکن
- Saltanatı nöbetten üstün olan, ikbali ebedî bulunan nöbet davulunu yedi yıldızdan üstün bir yerde çalarlar. 1370
- آن که ملکش برتر از نوبت تنند ** برتر از هفت انجمش نوبت زنند
- Nöbetten üstün olanlar, bâki padişahlardır; onlar daima ruhlara sâkidir.
- برتر از نوبت ملوک باقیاند ** دور دایم روحها با ساقیاند
- Bir iki gün su içmeyi terk edersen ağzını ebediyet şarabına daldırır, o hakikat şarabını içersin
- ترک این شرب ار بگویی یک دو روز ** در کنی اندر شراب خلد پوز
- “ Küçük muharebeden büyük muharebeye döndük “ sözünün tefsiri
- تفسیر رجعنا من الجهاد الاصغر الی الجهاد الاکبر
- Ey padişahlar! Dışarıdaki düşmanı öldürdük; içimizde ondan beter bir hasım var.
- ای شهان کشتیم ما خصم برون ** ماند خصمی زو بتر در اندرون
- Bunu öldürmek, aklın fikrin işi değil. İçerideki aslan; öyle tavşan maskarası olmaz.
- کشتن این کار عقل و هوش نیست ** شیر باطن سخرهی خرگوش نیست
- Cehennem, bu nefistir; cehennem, bir ejderhadır ki harareti denizlerle eksilmez. 1375
- دوزخ است این نفس و دوزخ اژدهاست ** کاو به دریاها نگردد کم و کاست
- Yedi denizi içer de yine kocakarıya benzeyen nefsin harareti ve coşkunluğu azalmaz.
- هفت دریا را در آشامد هنوز ** کم نگردد سوزش آن خلق سوز
- Taşlar, taş yürekli kâfirler; ağlayıp inleyerek mahcup bir halde cehenneme girerler.
- سنگها و کافران سنگ دل ** اندر آیند اندر او زار و خجل
- Hak’tan ona şu nida gelmedikçe bu kadar azaba da kanaat etmez:
- هم نگردد ساکن از چندین غذا ** تا ز حق آید مر او را این ندا
- “Doydun mu” denir. O, kurt ve sırtlan gibi “Hayır, doymadım” der. İşte sana ateş, işte sana hararet!
- سیر گشتی سیر گوید نی هنوز ** اینت آتش اینت تابش اینت سوز
- Bütün bir âlemi, bir lokma edip yutar da yine midesi “Daha fazla yok mu” diye bağırır. 1380
- عالمی را لقمه کرد و در کشید ** معدهاش نعره زنان هل من مزید
- Nihayet Hak, onun üstüne Lâmekân âleminden ayağını koyar da işte o vakit derhal sakinleşir.
- حق قدم بر وی نهد از لا مکان ** آن گه او ساکن شود از کن فکان
- Bizim nefsimiz de cehennemin bir parçasıdır. Onun için cüzüler daima küllün tabiatındadır.
- چون که جزو دوزخ است این نفس ما ** طبع کل دارد همیشه جزوها
- Nefsi öldürecek ayak da ancak Hakk’ın ayağıdır. Zaten nefsin yayını Hak’tan gayrı kim çekebilir?
- این قدم حق را بود کاو را کشد ** غیر حق خود کی کمان او کشد
- Yaya ancak doğru ok koyarlar. Bu yayın ters ve eğri okları da vardır.
- در کمان ننهند الا تیر راست ** این کمان را باژگون کژ تیرهاست
- Ok gibi doğru ol da yaydan kurtul! Çünkü her doğru okun, yaydan fırlayacağına şüphe yok. 1385
- راست شو چون تیر و واره از کمان ** کز کمان هر راست بجهد بیگمان
- Dış savaşından kurtulunca iç savaşına yüz tuttum.
- چون که واگشتم ز پیکار برون ** روی آوردم به پیکار درون
- Biz şimdi küçük muharebeden döndük; Peygamber’le beraber büyük muharebedeyiz.
- قد رجعنا من جهاد الاصغریم ** با نبی اندر جهاد اکبریم
- Tanrı’dan denizleri yaran bir kuvvet isterim ki bu Kaf dağını iğne ile yerinden koparıp atayım.
- قوت از حق خواهم و توفیق و لاف ** تا به سوزن بر کنم این کوه قاف
- Şunu bil ki safları bozup dağıtan aslanla savaşmak kolaydır, asıl aslan, nefsini mağlup edendir. “
- سهل شیری دان که صفها بشکند ** شیر آن است آن که خود را بشکند
- Rum Kayseri elçisinin, Emîrülmü’minin Ömer’e – Tanrı ondan razı olsun – gelip Ömer’in kerametini görmesi
- آمدن رسول روم تا نزد عمر و دیدن او کرامات عمر را
- Rum Kayseri’den, Medine’de Ömer’e uzak çölleri aşarak bir elçi geldi. 1390
- تا عمر آمد ز قیصر یک رسول ** در مدینه از بیابان نغول
- Medine halkına “Halifenin köşkü nerededir ki atımı, eşyamı oraya çekeyim” dedi.
- گفت کو قصر خلیفه ای حشم ** تا من اسب و رخت را آن جا کشم
- Halk, dedi ki: “Onun köşkü yok; Ömer’in köşkü, ancak aydın canıdır.
- قوم گفتندش که او را قصر نیست ** مر عمر را قصر، جان روشنی است