- Duru su, toprakta gizlenmiş; saf can cisimlerde mukayyet olmuş, sebebi nedir?” dedi.
- آب صافی در گلی پنهان شده ** جان صافی بستهی ابدان شده
- Ömer dedi ki: “Sen derin bir bahse dalıyorsun. Meselâ manayı harflerle takyit eder(bir söz söylersin).
- گفت تو بحثی شگرفی میکنی ** معنیی را بند حرفی میکنی
- Serbest olan manayı hapsettin, nefesi bir kelime ile takyit eyledin.
- حبس کردی معنی آزاد را ** بند حرفی کرده ای تو یاد را
- Sen faydadan mahcup iken; ruhun bedene gelmesindeki faydayı bilmezken; bunu, bir fayda elde etmek için yaparsın da.
- از برای فایده این کردهای ** تو که خود از فایده در پردهای
- Fayda, kendisinde zuhur eden Tanrı, bizim gördüğümüzü nasıl görmez? 1520
- آن که از وی فایده زاییده شد ** چون نبیند آن چه ما را دیده شد
- Mananın kelimelerle söylenmesinde yüz binlerce fayda var. Bu faydaların her biri, canın cesede girmesindeki faydaya nispetle pek değersiz.
- صد هزاران فایده ست و هر یکی ** صد هزاران پیش آن یک اندکی
- Cüzilerin cüz’ü olan senin bu nefesin, bu söz söylemen, küllî bir fayda temin ederse ruhun bedene girmesiyle meydana gelen küll, neden faydasız olsun?
- آن دم نطقت که جزو جزوهاست ** فایده شد کل کل خالی چراست
- Sen bir cüz iken fayda görüyorsun. O halde neden kınama elini külle uzatıyor, onu neden kınıyorsun?
- تو که جزوی کار تو با فایده ست ** پس چرا در طعن کل آری تو دست
- Sözün faydası yoksa söyleme, varsa itirazı bırakıp şükretmeye çalış!
- گفت را گر فایده نبود مگو ** ور بود هل اعتراض و شکر جو
- Tanrı’ya şükretmek herkesin boynunun borcudur. Kavga etmek, suratını ekşitmek, şükür değildir. 1525
- شکر یزدان طوق هر گردن بود ** نه جدال و رو ترش کردن بود
- Şükretmek surat ekşitmeden ibaretse sirke gibi şükreden hiç kimse yok!
- گر ترش رو بودن آمد شکر و بس ** پس چو سرکه شکر گویی نیست کس
- Sirke, ciğere gitmek için yol arıyorsa ona “şekerle karış da sirkengübin ol” de!
- سرکه را گر راه باید در جگر ** گو بشو سرکنگبین او از شکر
- Manayı şiire sıkıştırmaya çalışmak, hapsolmakla müsavi, ondan gayrı bir şey değil. Şiirde mana, sapan gibi… istenen yere gitmesine imkan yok.
- معنی اندر شعر جز با خبط نیست ** چون قلاسنگ است اندر ضبط نیست
- “ Tanrı ile oturmak dileyen tasavvuf ehliyle otursun “ sözünün manası
- در معنی آن که من أراد أن یجلس مع الله فلیجلس مع أهل التصوف
- Elçi, bu bir iki kadehle kendinden geçti; hatırında ne elçilik kaldı, ne getirdiği haber!
- آن رسول از خود بشد زین یک دو جام ** نه رسالت یاد ماندش نه پیام
- Tanrı kudretine hayran olup kaldı; makam erişip sultan oldu. 1530
- واله اندر قدرت الله شد ** آن رسول اینجا رسید و شاه شد
- Sel denize kavuştu deniz oldu. Tane ekinliğe vardı, ekin oldu.
- سیل چون آمد به دریا بحر گشت ** دانه چون آمد به مزرع گشت کشت
- Ekmek Âdem Atanın vücuduna karıştı, ölü iken dirildi, haberdar oldu.
- چون تعلق یافت نان با بو البشر ** نان مرده زنده گشت و با خبر
- Mum ve odun, ateşe can verip yanınca nursuz vücutları nurlandı.
- موم و هیزم چون فدای نار شد ** ذات ظلمانی او انوار شد
- Sürme taşı, (dövülüp) gözlere çekilince iyi görmeye sebep oldu, gözcü kesildi.
- سنگ سرمه چون که شد در دیدهگان ** گشت بینایی شد آن جا دیدبان
- Ne mutlu o adama kendisinden kurtulmuş, diriye ulaşmıştır! 1535
- ای خنک آن مرد کز خود رسته شد ** در وجود زندهای پیوسته شد
- Yazık o diriye ki ölü ile oturmuş, ölmüş; hayatını kaybetmiştir!
- وای آن زنده که با مرده نشست ** مرده گشت و زندگی از وی بجست
- Tanrı Kur’an’ına kaçar, sığınırsan Peygamberlerin ruhlarına karışırsın.
- چون تو در قرآن حق بگریختی ** با روان انبیا آمیختی
- Kur’an; Peygamberlerin, Tanrı’nın temiz ululuk denizindeki balıkların halleridir.
- هست قرآن حالهای انبیا ** ماهیان بحر پاک کبریا
- Fakat okur da dediğini tutmazsan farzet ki peygamberleri, velileri görmüşsün (inanmadıktan onlara uymadıktan sonra ne fayda !).
- ور بخوانی و نهای قرآن پذیر ** انبیا و اولیا را دیده گیر
- Kur’an’ın hükümlerini tutar, kıssalarından hisse alırsan can kuşuna ten kafesi dar gelir. 1540
- ور پذیرایی چو بر خوانی قصص ** مرغ جانت تنگ آید در قفص