- Şükür yahut şikâyetle feryat edince yere, göğe zelzeleler düşsün!
- چون بنالد زار بیشکر و گله ** افتد اندر هفت گردون غلغله
- Her demde ona Tanrı’dan yüz mektup, yüz haberci erişsin; o bir kere “Ya Rabbi” deyince Hak’tan altmış kere “Lebbeyk” sesi gelsin!
- هر دمش صد نامه صد پیک از خدا ** یا ربی زو شصت لبیک از خدا
- Hatası, Tanrı indinde ibadetten daha iyi olsun; küfrüne nispetle bütün halkın imanı değersiz kalsın!
- زلت او به ز طاعت نزد حق ** پیش کفرش جمله ایمانها خلق
- Öyle kişiye her nefeste hususi miraç vardır. Tanrı, onun tacının üstüne yüzlerce hususi taç koyar. 1580
- هر دمی او را یکی معراج خاص ** بر سر تاجش نهد صد تاج خاص
- Cismi topraktadır, Canı Lâmekân Âleminde, O Lâmekân Âlemi, saliklerin vehimlerinden üstündür. (vehimlere sığmaz.)
- صورتش بر خاک و جان بر لامکان ** لامکانی فوق وهم سالکان
- O Lâmekân Âlemi, vehmine gelen bir âlem olmadığı gibi hayaline de doğmaz. (ne idrak edebilirsin, ne tahayyül !)
- لامکانی نه که در فهم آیدت ** هر دمی در وی خیالی زایدت
- Cennetteki ırmak, nasıl cennettekilerin hükmüne tâbi ise mekân âlemiyle Lâmekân Âlemi de, o âlemin hükmüne tâbidir.
- بل مکان و لامکان در حکم او ** همچو در حکم بهشتی چارجو
- Bu ilâhî akıl kuşlarına ait olan bahsi kısa kes, bu sözden yüzünü çevir, sükût et! Doğrusunu, Tanrı daha iyi bilir.
- شرح این کوته کن و رخ زین بتاب ** دم مزن و الله اعلم بالصواب
- Dostlar biz yine kuş, tacir ve Hindistan hikâyesine dönelim: 1585
- باز میگردیم ما ای دوستان ** سوی مرغ و تاجر و هندوستان
- Tacir, Hindistan’daki dudulara, dudusundan selam götürmeyi kabul etti.
- مرد بازرگان پذیرفت این پیام ** کاو رساند سوی جنس از وی سلام
- Tâcirin, kırda Hindistan dudularını görüp onlara dudusundan haber götürmesi
- دیدن خواجه طوطیان هندوستان را در دشت و پیغام رسانیدن از آن طوطی
- Hindistan uçlarına varınca kırda birkaç dudu gördü.
- چون که تا اقصای هندوستان رسید ** در بیابان طوطی چندی بدید
- Atını durdurup seslendi, dudunun selâmını ve kendisine emanet ettiği sözleri söyledi.
- مرکب استانید پس آواز داد ** آن سلام و آن امانت باز داد
- O dudulardan birisi, bir hayli titredi ve düşüp öldü, nefesi kesildi.
- طوطیی ز آن طوطیان لرزید بس ** اوفتاد و مرد و بگسستش نفس
- Tâcir, bu haberi verdiğinden dolayı pişman oldu, dedi ki: “Bir cana kıydım, 1590
- شد پشیمان خواجه از گفت خبر ** گفت رفتم در هلاک جانور
- Bu dudu, olsa olsa o duducağızın akrabası olacak, galiba bunların cisimleri iki, canları bir.
- این مگر خویش است با آن طوطیک ** این مگر دو جسم بود و روح یک
- Bu işi neye yaptım, o haberi neye verdim? Bu münasebetsiz sözle biçareyi yaktım, yandırdım.”
- این چرا کردم چرا دادم پیام ** سوختم بیچاره را زین گفت خام
- Bu dil, çakmak taşıyla çakmak demiri gibidir. Dilden çıkan da ateşe benzer.
- این زبان چون سنگ و هم آهنوش است ** و آن چه بجهد از زبان چون آتش است
- Manasız yere gâh hikâye yoluyla, gâh laf olsun diye çakmak taşıyla demirini birbirine vurma!
- سنگ و آهن را مزن بر هم گزاف ** گه ز روی نقل و گاه از روی لاف
- Zira ortalık karanlıktır, her tarafta pamuk dolu. Pamuk arasında kıvılcım nasıl durur? 1595
- ز آن که تاریک است و هر سو پنبه زار ** در میان پنبه چون باشد شرار
- Zalim onlardır ki gözlerini kapamışlar, söyledikleri sözlerle bütün âlemi yakmışlardır.
- ظالم آن قومی که چشمان دوختند ** ز آن سخنها عالمی را سوختند
- Bir söz, bir âlemi yıkar, ölmüş tilkileri aslan eder.
- عالمی را یک سخن ویران کند ** روبهان مرده را شیران کند
- Canlar aslen İsâ nefeslidir; bir anda yara, bir anda merhem olurlar.
- جانها در اصل خود عیسی دمند ** یک زمان زخمند و گاهی مرهمند
- Canlardan perde kalkaydı; her canın sözü, Mesih'i’ sözü gibi tesir ederdi.
- گر حجاب از جانها برخاستی ** گفت هر جانی مسیح آساستی
- Şeker gibi söz söylemek istersen sabret, haris olma , bu helvayı yeme! 1600
- گر سخن خواهی که گویی چون شکر ** صبر کن از حرص و این حلوا مخور
- Feraset sahiplerinin iştahları sabradır, onlar sabretmek isterler. Helva ise, çocukların istediği şeydir.
- صبر باشد مشتهای زیرکان ** هست حلوا آرزوی کودکان