- Çocuk önce, süt emme kabiliyetinde doğar, bir müddet susar ve tamamı ile kulak kesilir.
- کودک اول چون بزاید شیر نوش ** مدتی خامش بود او جمله گوش
- Lâkırdı söylemeyi öğreninceye kadar bir zaman dudağını yumması, söz söylememesi gerekir.
- مدتی میبایدش لب دوختن ** از سخن تا او سخن آموختن
- Kulak vermezse “ti ,ti “ diye manasız sözler söyler; kendisini âlemin dilsizi yapar. 1625
- ور نباشد گوش و تیتی میکند ** خویشتن را گنگ گیتی میکند
- Anadan sağır doğan ise hiç dinlemediği için dilsiz olur; nasıl dile gelsin?
- کر اصلی کش نبود آغاز گوش ** لال باشد کی کند در نطق جوش
- Çünkü söz söylemek için önce dinlemek gerektir. Söze, kulak verme yolundan gir.
- ز آن که اول سمع باید نطق را ** سوی منطق از ره سمع اندر آ
- Evlere kapılardan girin; rızıkları, sebeplerine teşebbüs ederek arayın!
- ادخلوا الأبیات من أبوابها ** و اطلبوا الأغراض فی أسبابها
- Dinleme ihtiyacı olmaksızın anlaşılan söz, ancak tamahsız ve ihtiyaçsız olan Tanrı’nın sözüdür.
- نطق کان موقوف راه سمع نیست ** جز که نطق خالق بیطمع نیست
- Tanrı, yarattığını eşsiz, örneksiz yaratır; üstada tâbi değildir. Herkes ona dayanır; onun dayanacağı bir varlık yoktur. 1630
- مبدع است او تابع استاد نی ** مسند جمله و را اسناد نی
- Ondan başka bütün mahlûkat; hem sanatında, hem sözünde üstada tâbidir, örneğe muhtaçtır.
- باقیان هم در حرف هم در مقال ** تابع استاد و محتاج مثال
- Bu söze yabancı değilsen bir hırkaya bürün, bir viraneye çekil ve gözyaşı dök!
- زین سخن گر نیستی بیگانهای ** دلق و اشکی گیر در ویرانهای
- Çünkü Âdem, Tanrı itabından ağlamakla kurtuldu; tövbekârın nefesi ıslak gözyaşlarıdır.
- ز آن که آدم ز آن عتاب از اشک رست ** اشک تر باشد دم توبه پرست
- Âdem, yeryüzüne, ağlamak için, daima feryat etmek, inlemek ve mahzun olmak için gelmiştir.
- بهر گریه آمد آدم بر زمین ** تا بود گریان و نالان و حزین
- Âdem, Firdevs’ten, yedi kat göklerin üstünden ayakları dolaşarak en adi yere, tâ kapı dibine, özür dilemek için gitti. 1635
- آدم از فردوس و از بالای هفت ** پای ماچان از برای عذر رفت
- Eğer sen de Âdemoğluysan onun gibi özür dile, onun yolunda yürü!
- گر ز پشت آدمی وز صلب او ** در طلب میباش هم در طلب او
- Gönül ateşiyle gözyaşından çerez düz. Bahçe, bulutla güneş yüzünden yetişmiş, yeşermiştir.
- ز آتش دل و آب دیده نقل ساز ** بوستان از ابر و خورشید است باز
- Sen gözyaşı zevkini ne bilirsin? Görmedikleri gibi ekmek âşığısın!
- تو چه دانی قدر آب دیدهگان ** عاشق نانی تو چون نادیدگان
- Bu karın dağarcığından ekmeği boşaltırsan ululuk incileri ile doldurursun.
- گر تو این انبان ز نان خالی کنی ** پر ز گوهرهای اجلالی کنی
- Önce can çocuğunu Şeytan sütünden kes de sonra onu meleklere ortak yap. 1640
- طفل جان از شیر شیطان باز کن ** بعد از آنش با ملک انباز کن
- Sen karanlık, mükedder ve bulanık oldukça bil ki melûn Şeytan’la sütkardeşisin!
- تا تو تاریک و ملول و تیرهای ** دان که با دیو لعین همشیرهای
- Nur ve kemali arttıran lokma, helâl kazançtan elde edilen lokmadır.
- لقمهای کان نور افزود و کمال ** آن بود آورده از کسب حلال
- Çırağımıza katılınca söndüren yağa yağ deme, çırağı söndüren yağa su de!
- روغنی کاید چراغ ما کشد ** آب خوانش چون چراغی را کشد
- İlim ve hikmet helâl lokmadan doğar; aşk ve rikkat helâl lokmadan meydana gelir.
- علم و حکمت زاید از لقمهی حلال ** عشق و رقت آید از لقمهی حلال
- Bir lokmadan hasede uğrar, tuzağa düşersen; bir lokmadan bilgisizlik ve gaflet meydana gelirse, sen o lokmayı haram bil! 1645
- چون ز لقمه تو حسد بینی و دام ** جهل و غفلت زاید آن را دان حرام
- Hiç buğday ektin de arpa verdiğini gördün mü? Hiç attan eşek sıpası olduğunu gördün mü?
- هیچ گندم کاری و جو بر دهد ** دیدهای اسبی که کرهی خر دهد
- Lokma tohumdur mahsulü fikirlerdir. ; lokma denizdir, incileri fikirlerdir.
- لقمه تخم است و برش اندیشهها ** لقمه بحر و گوهرش اندیشهها