- Nur ve kemali arttıran lokma, helâl kazançtan elde edilen lokmadır.
- لقمهای کان نور افزود و کمال ** آن بود آورده از کسب حلال
- Çırağımıza katılınca söndüren yağa yağ deme, çırağı söndüren yağa su de!
- روغنی کاید چراغ ما کشد ** آب خوانش چون چراغی را کشد
- İlim ve hikmet helâl lokmadan doğar; aşk ve rikkat helâl lokmadan meydana gelir.
- علم و حکمت زاید از لقمهی حلال ** عشق و رقت آید از لقمهی حلال
- Bir lokmadan hasede uğrar, tuzağa düşersen; bir lokmadan bilgisizlik ve gaflet meydana gelirse, sen o lokmayı haram bil! 1645
- چون ز لقمه تو حسد بینی و دام ** جهل و غفلت زاید آن را دان حرام
- Hiç buğday ektin de arpa verdiğini gördün mü? Hiç attan eşek sıpası olduğunu gördün mü?
- هیچ گندم کاری و جو بر دهد ** دیدهای اسبی که کرهی خر دهد
- Lokma tohumdur mahsulü fikirlerdir. ; lokma denizdir, incileri fikirlerdir.
- لقمه تخم است و برش اندیشهها ** لقمه بحر و گوهرش اندیشهها
- Hizmete meyletmek ve o cihana gitmek azmi, ağıza alınan lokmanın helâl olmasından doğar
- زاید از لقمهی حلال اندر دهان ** میل خدمت عزم رفتن آن جهان
- Tacirin Hindistan dudularından gördüğünü duduya söylemesi
- باز گفتن بازرگان با طوطی آن چه دید از طوطیان هندوستان
- Tacir alışverişi bitirip muradına nail olarak evine geri geldi.
- کرد بازرگان تجارت را تمام ** باز آمد سوی منزل دوست کام
- Her köleye armağan getirdi, her halayığa ihsan da bulundu. 1650
- هر غلامی را بیاورد ارمغان ** هر کنیزک را ببخشید او نشان
- Dudu “ Bu kulun armağanı hani? Ne gördün ve ne dedinse söyle” dedi.
- گفت طوطی ارمغان بنده کو ** آن چه دیدی و آن چه گفتی باز گو
- Tacir, “Söylemem, zaten elimi çiğneyip parmaklarımı ısırarak,
- گفت نی من خود پشیمانم از آن ** دست خود خایان و انگشتان گزان
- Cahilliğimden, akılsızlığımdan böyle saçma haberi niye götürdüm diye hâlâ pişman olup durmaktayım” dedi.
- من چرا پیغام خامی از گزاف ** بردم از بیدانشی و از نشاف
- Dudu, “Efendim, pişmanlık neden, bu hiddete bu gama ne sebep oldu?” dedi.
- گفت ای خواجه پشیمانی ز چیست ** چیست آن کاین خشم و غم را مقتضی است
- Tacir dedi ki: “Şikâyetlerini sana benzeyen dudulara söyledim. 1655
- گفت گفتم آن شکایتهای تو ** با گروهی طوطیان همتای تو
- İçlerinden biri senin derdini anlayınca ödü patladı, titreyip öldü.”
- آن یکی طوطی ز دردت بوی برد ** زهرهاش بدرید و لرزید و بمرد
- Ben “Ne yaptım da bu sözü söyledim” diye pişman oldum ama bir kere söylemiş bulundum. Pişmanlık ne fayda verir?
- من پشیمان گشتم این گفتن چه بود ** لیک چون گفتم پشیمانی چه سود
- Ağızdan bir kere çıkan söz, bil ki yaydan fırlayan ok gibidir.
- نکته ای کان جست ناگه از زبان ** همچو تیری دان که جست آن از کمان
- Oğul, o ok gittiği yerden geri dönmez, seli baştan bağlamak gerek.
- وانگردد از ره آن تیر ای پسر ** بند باید کرد سیلی را ز سر
- Sel önce bir kere coşup da etrafı kapladıktan sonra dünyayı harap etse şaşılmaz. 1660
- چون گذشت از سر جهانی را گرفت ** گر جهان ویران کند نبود شگفت
- Yapılan işin Gayb Âleminde eserleri doğar, o meydana gelen eserler, halkın hükmüne tâbi değildir.
- فعل را در غیب اثرها زادنی است ** و آن موالیدش به حکم خلق نیست
- Onların bize nispeti varsa da hepsi, ancak tek Tanrı tarafından yaratılmıştır.
- بیشریکی جمله مخلوق خداست ** آن موالید ار چه نسبتشان به ماست
- Meselâ Amr’e Zeyd bir ok atar; o ok, Amr’i kaplan gibi yaralar.
- زید پرانید تیری سوی عمر ** عمر را بگرفت تیرش همچو نمر
- Yara, bir yıl kadar Amr’ın vücudunda ağrılar, sızılar meydana getirir. O dertleri, Hak yaratmıştır, insan değil.
- مدت سالی همیزایید درد ** دردها را آفریند حق نه مرد
- Oka hedef olan Amr, o anda korkudan ölürse, yahut ölümüme kadar bedeninde yaralar, bereler vücuda gelir de, 1665
- زید رامی آن دم ار مرد از وجل ** دردها میزاید آن جا تا اجل
- O ağrılardan, o illetlerden ölürse Zeyd’e; ilk sebepten, ok attığından dolayı katil de!
- ز آن موالید وجع چون مرد او ** زید را ز اول سبب قتال گو