English    Türkçe    فارسی   

1
1677-1701

  • Siz, yüce kişileri alaya aldınız, bundan bir şey çıkmaz sandınız ama Kur’an’da “Ensevküm” ayetini bir okuyun!
  • خلتم سخریه اهل السمو ** از نبی خوانید تا أنسوکم‌‌
  • Şehir ve köye sahip olan, cisimlerin padişahıdır. Gönül sahibi ise gönüllerinizin sultanıdır.
  • صاحب ده پادشاه جسمهاست ** صاحب دل شاه دلهای شماست‌‌
  • Hiç şüphe yok ki işler, görüşlerin fer’idir. Şu halde insan, ancak göz bebeğinden ibarettir.
  • فرع دید آمد عمل بی‌‌هیچ شک ** پس نباشد مردم الا مردمک‌‌
  • Ben bunu, tamamı ile söyleyemiyorum, çünkü merkez sahipleri (Peygamberler) men ediyorlar. 1680
  • من تمام این نیارم گفت از آن ** منع می‌‌آید ز صاحب مرکزان‌‌
  • Mademki halkı unutması ve hatırlaması onun elindedir, imdatlarına da o, erişir.
  • چون فراموشی خلق و یادشان ** با وی است و او رسد فریادشان‌‌
  • O güzel huylarla huylanmış olan zat, her gece gönüllerden yüz binlerce iyi ve kötü hâtırayı giderir;
  • صد هزاران نیک و بد را آن بهی ** می‌‌کند هر شب ز دلهاشان تهی‌‌
  • Gündüzün gönülleri, yine o hâtıralarla doldurmakta; o sedefleri, incilerle dopdolu bir hale getirmektedir.
  • روز دلها را از آن پر می‌‌کند ** آن صدفها را پر از در می‌‌کند
  • Evvelki düşüncelerin hepsi, Tanrı’nın hidayetiyle sahiplerini tanırlar.
  • آن همه اندیشه‌‌ی پیشانها ** می‌‌شناسند از هدایت جانها
  • Uyanınca, sanat ve hünerin, sebepler kapısını açmak üzere yine sana gelir. 1685
  • پیشه و فرهنگ تو آید به تو ** تا در اسباب بگشاید به تو
  • Kuyumcunun hüneri demirciye gitmez, bu güzel huylunun huyu, öteki kötüye mal olmaz.
  • پیشه زرگر به آهنگر نشد ** خوی این خوش خو به آن منکر نشد
  • Hünerler ve huylar, kıyamet günü, çeyiz gibi sahibine döner.
  • پیشه‌‌ها و خلقها همچون جهیز ** سوی خصم آیند روز رستخیز
  • Sanatlar ve tabiatlar, sabah uyandıktan sonra, koşa koşa onun yanına gelirler. (T.M. 1686)
  • پیشه‌‌ها و خلقها از بعد خواب ** واپس آید هم به خصم خود شتاب‌‌
  • Güzel olsun, çirkin olsun... Bütün huylar ve hünerler, sabah çağında sahiplerine gelir;
  • پیشه‌‌ها و اندیشه‌‌ها در وقت صبح ** هم بدانجا شد که بود آن حسن و قبح‌‌
  • Nitekim posta güvercinleri, gönderilen mektupları, yine uçtukları şehre getirirler. 1690
  • چون کبوترهای پیک از شهرها ** سوی شهر خویش آرد بهرها
  • Dudunun, duduların hareketlerini duyması ve kafeste ölümü, tacirin ona ağlaması
  • شنیدن آن طوطی حرکت آن طوطیان و مردن آن طوطی در قفس و نوحه‌‌ی خواجه بر وی‌‌
  • Dudu, o dudunun yaptığını işitince titredi, düştü, kaskatı oldu.
  • چون شنید آن مرغ کان طوطی چه کرد ** پس بلرزید اوفتاد و گشت سرد
  • Sahibi, onun böyle düştüğünü görünce yerinden sıçradı, külâhını yere vurdu.
  • خواجه چون دیدش فتاده همچنین ** بر جهید و زد کله را بر زمین‌‌
  • Onu, bu renkte, bu halde görerek yerinden fırlayıp yakasını yırttı.
  • چون بدین رنگ و بدین حالش بدید ** خواجه بر جست و گریبان را درید
  • Dedi ki: “ Ey güzel ve hoş nağmeli dudu! Sana ne oldu, niçin bu hale geldin?
  • گفت ای طوطی خوب خوش حنین ** این چه بودت این چرا گشتی چنین‌‌
  • Vah yazık, benim güzel sesli kuşum! Vah yazık, benim gönüldeşim, sırdaşım. 1695
  • ای دریغا مرغ خوش آواز من ** ای دریغا هم دم و هم راز من‌‌
  • Yazık, benim güzel nağmeli kuşum; ruhumun neşesi, bahçem, çiçeğim!
  • ای دریغا مرغ خوش الحان من ** راح روح و روضه و ریحان من‌‌
  • Süleyman’ın böyle kuşu olsaydı hiç başka kuşlarla uğraşır mıydı?
  • گر سلیمان را چنین مرغی بدی ** کی خود او مشغول آن مرغان شدی‌‌
  • Vah yazık; ucuz bulduğum kuştan ne çabuk ayrıldım!
  • ای دریغا مرغ کارزان یافتم ** زود روی از روی او بر تافتم‌‌
  • Ey dil, sen bana çok ziyan veriyorsun! Söyleyen sen olduktan sonra ben sana ne diyeyim?
  • ای زبان تو بس زیانی بر وری ** چون تویی گویا چه گویم من ترا
  • Ey dil, sen hem ateşsin, hem harman! Ne vakte kadar harmanı ateşe vereceksin? 1700
  • ای زبان هم آتش و هم خرمنی ** چند این آتش در این خرمن زنی‌‌
  • Can, ne dersen onu yapmakla beraber gizlice yine senin elinden feryat etmektedir.
  • در نهان جان از تو افغان می‌‌کند ** گر چه هر چه گویی‌‌اش آن می‌‌کند