English    Türkçe    فارسی   

1
1735-1759

  • Ben varlığı yoklukta buldum, onun için varlığı yokluğa feda ettim. 1735
  • من کسی در ناکسی دریافتم ** پس کسی در ناکسی دربافتم‌‌
  • Padişahların hepsi kendilerine karşı alçalana alçalırlar. Bütün hak, kendisine sarhoş olanın sarhoşudur.
  • جمله شاهان بنده‌‌ی بنده‌‌ی خودند ** جمله خلقان مرده‌‌ی مرده‌‌ی خودند
  • Padişahlar, kendilerine kul olana kul olurlar. Halk umumiyetle kendi yolunda ölenin yolunda ölür.
  • جمله شاهان پست، پست خویش را ** جمله خلقان مست، مست خویش را
  • Avcı onları ansızın avlamak için kuşlara av olmaktadır.
  • می‌‌شود صیاد، مرغان را شکار ** تا کند ناگاه ایشان را شکار
  • Dilberler; âşıkları, canla, başla ararlar. Bütün maşuklar âşıklara avlanmışlardır.
  • بی‌‌دلان را دلبران جسته به جان ** جمله معشوقان شکار عاشقان‌‌
  • Kimi âşık görürsen bil ki mâşuktur. Çünkü o, âşık olmakla beraber mâşuk tarafından sevildiği cihette mâşuktur da. 1740
  • هر که عاشق دیدی‌‌اش معشوق دان ** کو به نسبت هست هم این و هم آن‌‌
  • Susuzlar âlemde su ararlar, fakat su da cihanda susuzları arar.
  • تشنگان گر آب جویند از جهان ** آب جوید هم به عالم تشنگان‌‌
  • Mademki âşık odur, sen sus artık. Madem ki o, kulağını çekmekte, sen tamamıyla kulak kesil!
  • چون که عاشق اوست تو خاموش باش ** او چو گوشت می‌‌کشد تو گوش باش‌‌
  • Sel akmaya başlar başlamaz önünü kes, yolunu bağla. Yoksa âlemi perişan ve harap eder, her tarafı yıkar.
  • بند کن چون سیل سیلانی کند ** ور نه رسوایی و ویرانی کند
  • Fakat harap olmaktan niye gamlanayım? Harabenin altında padişah hazinesi var!
  • من چه غم دارم که ویرانی بود ** زیر ویران گنج سلطانی بود
  • Hakka dalan kişi daha ziyade dalmak, can denizinin dalgası altüst olmak ister. 1745
  • غرق حق خواهد که باشد غرق‌‌تر ** همچو موج بحر جان زیر و زبر
  • Denizin altı mı daha hoştur, yoksa üstü mü? Onun oku mu daha ziyade gönül çekici ve güzeldir, o oka karşı siper tutmak mı?
  • زیر دریا خوشتر آید یا زبر ** تیر او دل کش تر آید یا سپر
  • Şu halde ey gönül! Neşe ve sefayı cefa ve belâdan ayırt edersen vesveseye zebun olmuş olursun.
  • پاره کرده‌‌ی وسوسه باشی دلا ** گر طرب را باز دانی از بلا
  • Tutalım ki senin isteğinde şeker tadı var; sevgilinin isteği, isteksizlik murat ve maksadı terk etme değil mi?
  • گر مرادت را مذاق شکر است ** بی‌‌مرادی نه مراد دل بر است‌‌
  • Onun her bir yıldızı yüzlerce hilâlin kan diyetidir. Ona, âlemin kanını dökmek helâldir!
  • هر ستاره‌‌ش خونبهای صد هلال ** خون عالم ریختن او را حلال‌‌
  • Biz değeri de bulduk kan diyetini de. Ve o yüzden can vermeye koştuk. 1750
  • ما بها و خونبها را یافتیم ** جانب جان باختن بشتافتیم‌‌
  • Ey âşık! Âşıkların hayatı ölümledir. Gönlü gönül vermeden başka bir suretle bulamazsın.
  • ای حیات عاشقان در مردگی ** دل نیابی جز که در دل بردگی‌‌
  • Yüzlerce nâz ü işveyle gönlünü almak istedim; sevgili bana istiğna yüzünü gösterdi, bahaneler etti.
  • من دلش جسته به صد ناز و دلال ** او بهانه کرده با من از ملال‌‌
  • “Bu akıl, bu can, senin aşkına gark olmuş değil mi ki?” dedim, dedi ki: “Git, git; bana bu efsunu okuma!
  • گفتم آخر غرق تست این عقل و جان ** گفت رو رو بر من این افسون مخوان‌‌
  • Ben, senin ne düşündüğünü bilmez miyim? Ey iki gören! Sen, sevgiliyi nasıl gördün; buna imkân mı var?
  • من ندانم آن چه اندیشیده‌‌ای ** ای دو دیده دوست را چون دیده‌‌ای‌‌
  • Ey ağırcanlı! Sen onu hor gördün; çünkü çok ucuz aldın! 1755
  • ای گران جان خوار دیده ستی و را ** ز آن که بس ارزان خریده ستی و را
  • Ucuz alan ucuz verir. Çocuk bir inciyi bir somuna değişir.
  • هر که او ارزان خرد ارزان دهد ** گوهری طفلی به قرصی نان دهد
  • Ben öyle bir aşka gark olmuşum ki evvel gelenlerin aşkları da benim bu aşkıma batmış, yok olmuştur, sonra gelenlerin aşkları da!
  • غرق عشقی‌‌ام که غرق است اندر این ** عشقهای اولین و آخرین‌‌
  • Ben, o aşkı kısaca söyledim, tamamıyla anlatmadım. Anlatacak olsam hem dudaklar yanar hem dil!
  • مجملش گفتم نکردم ز آن بیان ** ور نه هم افهام سوزد هم زبان‌‌
  • Lep (dudak) dersem maksadım leb-i derya (deniz kıyısı) dır; Lâ (hayır) dersem muradım illâ (ancak, evet) dir.
  • من چو لب گویم لب دریا بود ** من چو لا گویم مراد الا بود