English    Türkçe    فارسی   

1
1778-1802

  • Naziri olmayan tek padişahımın hoşnut olması için ben, hastalığıma da âşığım, derdime de.
  • İki deniz gibi olan gözlerimin incilerle dolması için gam toprağını gözüme sürme gibi çekmekteyim.
  • Halkın onun için döktüğü gözyaşları incidir; halk gözyaşı sanır. 1780
  • Ben canlar canından şikâyetçi değilim, hikâye etmekteyim.
  • Gönül,” ben ondan incindim” dedikçe, gönlün bu asılsız ve ehemmiyetsiz nifakına gülmekteyim.
  • Ey doğruların medar-ı iftiharı! Doğrulukta bulun. Ey baş köşe! Ben senin kapında eşiğim.
  • Mana âleminde başköşe nerede, eşik nerede? Sevgilimizin bulunduğu yerde biz ve ben nerede?
  • Ey canı biz ve ben kaydından kurtulan! Ey erkekte kadında söze ve vasfa sığmaz ruh! 1785
  • Erkek, kadın kaydı kalkıp bir olunca o bir, sensin. Birler de aradan kalkınca kalan yalnız sensin.
  • Kendi kendinle huzur tavlasını oynamak için bu “ben” ve “biz”i vücuda getirdin.
  • Bu suretle “ben” ve “sen” ler, umumiyetle bir can haline gelirler, sonunda da sevgiliye mustağrak olurlar.
  • (Ben, biz, ben ve bizim, varlıkların varlığı ve yokluğu, hulâsa) söylediklerimin hepsi vardır, vakidir. Ey kün emri, ey gel denmekten ve söz söylemekten münezzeh Tanrı, sen gel!
  • Ten gözü, seni görebilir mi; senin gamlanman, neşelenip gülmen hayale gelir mi? 1790
  • Gama, neşeye merbut olan gönle, onu görmeye lâyıktır, deme!
  • Keder ve neşeye bağlanmış olan; bu iki ariyet vasıfla yaşar.
  • Hâlbuki yemyeşil aşk bağının sonu, ucu, bucağı yoktur. Orada gamdan ve neşeden başka ne meyveler var!
  • Âşıklık bu iki halden daha yüksektir; baharsız, hazansız terütazedir.
  • Ey güzel yüzlü! Güzel yüzünün zekâtını ver; yine pare pare olan canı şerh et, onu anlat (dedim!). 1795
  • Fettan gözünün ucuyla ve nazla bir baktı da gönlüme yeni bir dağ vurdu.
  • Kanımı bile dökse ona helal ettim. Helâl sözünü söyledikçe o, kaçmaktaydı.
  • Mademki topraktakilerin feryadından kaçmaktasın. Kederlilerin yüreğine niye gam saçarsın?
  • Her sabah; doğudan parlayınca seni, doğu pınarı (güneş) gibi coşmak ta, zuhur etmekte buldu.
  • Ey şeker dudaklarına paha biçilmeyen güzel! Divanene ne bahaneler buluyorsun? 1800
  • Ey eski cihana taze can olan! Cansız ve gönülsüz bir hale gelmiş olan tenden çıkan feryat ve figanı işit!
  • Allah aşkına olsun, artık gülü anlatmayı bırak da gülden ayrılan bülbülün halini anlat!