- Gama, neşeye merbut olan gönle, onu görmeye lâyıktır, deme!
- دل که او بستهی غم و خندیدن است ** تو مگو کاو لایق آن دیدن است
- Keder ve neşeye bağlanmış olan; bu iki ariyet vasıfla yaşar.
- آن که او بستهی غم و خنده بود ** او بدین دو عاریت زنده بود
- Hâlbuki yemyeşil aşk bağının sonu, ucu, bucağı yoktur. Orada gamdan ve neşeden başka ne meyveler var!
- باغ سبز عشق کاو بیمنتهاست ** جز غم و شادی در او بس میوههاست
- Âşıklık bu iki halden daha yüksektir; baharsız, hazansız terütazedir.
- عاشقی زین هر دو حالت برتر است ** بیبهار و بیخزان سبز و تر است
- Ey güzel yüzlü! Güzel yüzünün zekâtını ver; yine pare pare olan canı şerh et, onu anlat (dedim!). 1795
- ده زکات روی خوب ای خوب رو ** شرح جان شرحه شرحه باز گو
- Fettan gözünün ucuyla ve nazla bir baktı da gönlüme yeni bir dağ vurdu.
- کز کرشم غمزهی غمازهای ** بر دلم بنهاد داغی تازهای
- Kanımı bile dökse ona helal ettim. Helâl sözünü söyledikçe o, kaçmaktaydı.
- من حلالش کردم از خونم بریخت ** من همیگفتم حلال او میگریخت
- Mademki topraktakilerin feryadından kaçmaktasın. Kederlilerin yüreğine niye gam saçarsın?
- چون گریزانی ز نالهی خاکیان ** غم چه ریزی بر دل غمناکیان
- Her sabah; doğudan parlayınca seni, doğu pınarı (güneş) gibi coşmak ta, zuhur etmekte buldu.
- ای که هر صبحی که از مشرق بتافت ** همچو چشمهی مشرقت در جوش یافت
- Ey şeker dudaklarına paha biçilmeyen güzel! Divanene ne bahaneler buluyorsun? 1800
- چون بهانه دادی این شیدات را ** ای بهانه شکر لبهات را
- Ey eski cihana taze can olan! Cansız ve gönülsüz bir hale gelmiş olan tenden çıkan feryat ve figanı işit!
- ای جهان کهنه را تو جان نو ** از تن بیجان و دل افغان شنو
- Allah aşkına olsun, artık gülü anlatmayı bırak da gülden ayrılan bülbülün halini anlat!
- شرح گل بگذار از بهر خدا ** شرح بلبل گو که شد از گل جدا
- Bizim coşkunluğumuz gamdan neşeden değildir; aklımız irfanımız, hayal ve vehimden meydana gelmemiştir.
- از غم و شادی نباشد جوش ما ** با خیال و وهم نبود هوش ما
- Nadir bulunur bir halettendir; inkâr etme ki Hakk’ın kudreti pek büyüktür.
- حالتی دیگر بود کان نادر است ** تو مشو منکر که حق بس قادر است
- Sen bu hali insanların ahvaline kıyas etme, cevir ve ihsan menzilinde kalma! 1805
- تو قیاس از حالت انسان مکن ** منزل اندر جور و در احسان مکن
- Cevir, ihsan, mihnet ve neşe, gelip geçicidir. Gelip geçenlerse ölürler; Hak onlara vâristir.
- جور و احسان رنج و شادی حادث است ** حادثان میرند و حقشان وارث است
- Sabah oldu, ey sabahın penahı Tanrı! (Ben özür serd edemiyorum), bize hizmet eden Hüsâmettin’den sen özür dile!
- صبح شد ای صبح را پشت و پناه ** عذر مخدومی حسام الدین بخواه
- Aklı-ı Küll’ün ve canın özür dileyeni sensin; canların canı, mercanın parıltısı sensin.
- عذر خواه عقل کل و جان تویی ** جان جان و تابش مرجان تویی
- Sabahın nuru parladı, biz de bu sabah çağında senin Mansur şarabını içmekteyiz.
- تافت نور صبح و ما از نور تو ** در صبوحی با می منصور تو
- Senin feyzin bizi böyle mest ettikçe şarap ne oluyor ki bize neşe versin! 1810
- دادهی تو چون چنین دارد مرا ** باده که بود کاو طرب آرد مرا
- Şarap, coşkunlukla bizim yoksulumuzdur; felek; dönüşte aklımızın fakiridir.
- باده در جوشش گدای جوش ماست ** چرخ در گردش گدای هوش ماست
- Şarap bizden sarhoş oldu, biz ondan değil... Beden bizden var oldu, biz ondan değil!
- باده از ما مست شد نی ما از او ** قالب از ما هست شد نی ما از او
- Biz arı gibiyiz, bedenler mum gibi. Tanrı, bedenleri bal mumu gibi göz göz ev ev yapmıştır.
- ما چو زنبوریم و قالبها چو موم ** خانه خانه کرده قالب را چو موم
- Tacir hikâyesine dönüş
- رجوع به حکایت خواجهی تاجر
- Bu bahis çok uzundur, tacirin hikâyesini anlat ki o iyi adamın ne hale geldiği, ne olduğu anlaşılsın.
- بس دراز است این حدیث خواجه گو ** تا چه شد احوال آن مرد نکو
- Tacir, ateşler, dertler, feryatlar içinde, böyle yüzlerce karmakarışık sözler söylüyordu. 1815
- خواجه اندر آتش و درد و حنین ** صد پراکنده همیگفت این چنین