- Allah aşkına olsun, artık gülü anlatmayı bırak da gülden ayrılan bülbülün halini anlat!
- شرح گل بگذار از بهر خدا ** شرح بلبل گو که شد از گل جدا
- Bizim coşkunluğumuz gamdan neşeden değildir; aklımız irfanımız, hayal ve vehimden meydana gelmemiştir.
- از غم و شادی نباشد جوش ما ** با خیال و وهم نبود هوش ما
- Nadir bulunur bir halettendir; inkâr etme ki Hakk’ın kudreti pek büyüktür.
- حالتی دیگر بود کان نادر است ** تو مشو منکر که حق بس قادر است
- Sen bu hali insanların ahvaline kıyas etme, cevir ve ihsan menzilinde kalma! 1805
- تو قیاس از حالت انسان مکن ** منزل اندر جور و در احسان مکن
- Cevir, ihsan, mihnet ve neşe, gelip geçicidir. Gelip geçenlerse ölürler; Hak onlara vâristir.
- جور و احسان رنج و شادی حادث است ** حادثان میرند و حقشان وارث است
- Sabah oldu, ey sabahın penahı Tanrı! (Ben özür serd edemiyorum), bize hizmet eden Hüsâmettin’den sen özür dile!
- صبح شد ای صبح را پشت و پناه ** عذر مخدومی حسام الدین بخواه
- Aklı-ı Küll’ün ve canın özür dileyeni sensin; canların canı, mercanın parıltısı sensin.
- عذر خواه عقل کل و جان تویی ** جان جان و تابش مرجان تویی
- Sabahın nuru parladı, biz de bu sabah çağında senin Mansur şarabını içmekteyiz.
- تافت نور صبح و ما از نور تو ** در صبوحی با می منصور تو
- Senin feyzin bizi böyle mest ettikçe şarap ne oluyor ki bize neşe versin! 1810
- دادهی تو چون چنین دارد مرا ** باده که بود کاو طرب آرد مرا
- Şarap, coşkunlukla bizim yoksulumuzdur; felek; dönüşte aklımızın fakiridir.
- باده در جوشش گدای جوش ماست ** چرخ در گردش گدای هوش ماست
- Şarap bizden sarhoş oldu, biz ondan değil... Beden bizden var oldu, biz ondan değil!
- باده از ما مست شد نی ما از او ** قالب از ما هست شد نی ما از او
- Biz arı gibiyiz, bedenler mum gibi. Tanrı, bedenleri bal mumu gibi göz göz ev ev yapmıştır.
- ما چو زنبوریم و قالبها چو موم ** خانه خانه کرده قالب را چو موم
- Tacir hikâyesine dönüş
- رجوع به حکایت خواجهی تاجر
- Bu bahis çok uzundur, tacirin hikâyesini anlat ki o iyi adamın ne hale geldiği, ne olduğu anlaşılsın.
- بس دراز است این حدیث خواجه گو ** تا چه شد احوال آن مرد نکو
- Tacir, ateşler, dertler, feryatlar içinde, böyle yüzlerce karmakarışık sözler söylüyordu. 1815
- خواجه اندر آتش و درد و حنین ** صد پراکنده همیگفت این چنین
- Gâh birbirini tutmaz sözler söylüyor, gâh naz ediyor, gâh niyaz eyliyor; gâh hakikat aşkını, gâh mecaz sevdasını ifade ediyordu.
- گه تناقض گاه ناز و گه نیاز ** گاه سودای حقیقت گه مجاز
- Suya batan adam fazla debelenir, eline geçen ota tutunur.
- مرد غرقه گشته جانی میکند ** دست را در هر گیاهی میزند
- O tehlike zamanında elini kim tutacak diye can korkusuyla şuraya, buraya elini sallar durur, yüzmeye çalışıp çabalar.
- تا کدامش دست گیرد در خطر ** دست و پایی میزند از بیم سر
- Sevgili, bu divaneliği, bu perişanlığı sever. Beyhude yere çalışıp çabalamak, uyumaktan iyidir.
- دوست دارد یار این آشفتگی ** کوشش بیهوده به از خفتگی
- Padişah olan; işsiz, güçsüz değildir. Hasta olmayanın feryat ve figan etmesi, şaşılacak şeydir! 1820
- آن که او شاه است او بیکار نیست ** ناله از وی طرفه کاو بیمار نیست
- Tanrı, ey oğul, onun için “Külle yevmin hüve fi şe’n “ buyurdu.
- بهر این فرمود رحمان ای پسر ** کل يوم هو فی شأن ای پسر
- Bu yolda yolun, tırmalan, son nefese kadar bir an bile boş durma!
- اندر این ره میتراش و میخراش ** تا دم آخر دمی فارغ مباش
- Olabilir ki son nefeste bir dem inayete erişirsin. O inayet, seni sırdaş eder.
- تا دم آخر دمی آخر بود ** که عنایت با تو صاحب سر بود
- Padişahın kulağı, gözü penceredir; erkeğin canı olsun, kadının canı olsun... bir can neye çalışırsa, onu duyar, görür!
- هر چه میکوشند اگر مرد و زن است ** گوش و چشم شاه جان بر روزن است
- Tacirin, ölü duduyu kafesten dışarı atması ve dudunun uçması
- برون انداختن مرد تاجر طوطی را از قفس و پریدن طوطی مرده
- Tacir ondan sonra duduyu kafesten dışarı attı. Duducuk, uçup bir yüksek ağacın dalına kondu. 1825
- بعد از آنش از قفس بیرون فگند ** طوطیک پرید تا شاخ بلند
- Güneş, ufuktan nasıl süratle doğarsa o dudu da, o çeşit uçtu.
- طوطی مرده چنان پرواز کرد ** کافتاب از چرخ ترکی تاز کرد