- Ey yüzlerce razılıkla sefere düşen ve bizzat kendi ayağı ile kötü bir kazaya giden!
- ای شده اندر سفر با صد رضا ** خود به پای خویش تا سوء القضا
- Hayalinde mülk, şeref ve ululuk. Fakat Azrail “Git, evet, muradına erişirsin” demekte!
- در خیالش ملک و عز و مهتری ** گفت عزرائیل رو آری بری
- O garip kişi yoldan gelince, hekim, onu padişahın huzuruna götürdü; 195
- چون رسید از راه آن مرد غریب ** اندر آوردش به پیش شه طبیب
- Güzellik mumunun başı ucunda yakılması için onu, padişahın yanına izzet ve ikramla iletti.
- سوی شاهنشاه بردندش به ناز ** تا بسوزد بر سر شمع طراز
- Padişah, onu görünce pek ağırladı, altın hazinesini ona teslim etti.
- شاه دید او را بسی تعظیم کرد ** مخزن زر را بدو تسلیم کرد
- Sonra hekim dedi ki: “Ey büyük sultan o cariyeciği bu tacire ver
- پس حکیمش گفت کای سلطان مه ** آن کنیزک را بدین خواجه بده
- Ki visali ile iyileşsin, visalinin suyu o ateşi gidersin.”
- تا کنیزک در وصالش خوش شود ** آب وصلش دفع آن آتش شود
- Padişah, o ay yüzlüyü kuyumcuya bahşetti, o iki sohbet müştakını birbirine çift etti. 200
- شه بدو بخشید آن مه روی را ** جفت کرد آن هر دو صحبت جوی را
- Altı ay kadar murat alıp murat verdiler. Bu suretle o kız da tamamen iyileşti.
- مدت شش ماه میراندند کام ** تا به صحت آمد آن دختر تمام
- Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir şerbet yaptı, kuyumcu içti, kızın karşısında erimeye başladı.
- بعد از آن از بهر او شربت بساخت ** تا بخورد و پیش دختر میگداخت
- Hastalık yüzünden kuyumcunun güzelliği kalmayınca kızın canı, onun derdinden azat oldu, ondan vazgeçti.
- چون ز رنجوری جمال او نماند ** جان دختر در وبال او نماند
- Kuyumcu, çirkinleşip hastalanınca, yüzü sararıp solunca kızın gönlü de yavaş yavaş ondan soğudu.
- چون که زشت و ناخوش و رخ زرد شد ** اندک اندک در دل او سرد شد
- Ancak zahirî güzelliğe ait bulunan aşklar aşk değildir. Onlar nihayet bir âr olur. 205
- عشقهایی کز پی رنگی بود ** عشق نبود عاقبت ننگی بود
- Keşke kuyumcu baştanbaşa ayıp ve âr olsaydı, tamamıyla çirkin bulunsaydı da başına bu kötü hal gelmeseydi!
- کاش کان هم ننگ بودی یک سری ** تا نرفتی بر وی آن بد داوری
- Kuyumcunun gözünden ırmak gibi kanlar aktı, yüzü canına düşman kesildi.
- خون دوید از چشم همچون جوی او ** دشمن جان وی آمد روی او
- Tavus kuşunun kanadı, kendisine düşmandır. Nice padişahlar vardır ki kuvvet ve azametleri helâklerine sebep olmuştur.
- دشمن طاوس آمد پر او ** ای بسی شه را بکشته فر او
- Kuyumcu, ”Ben o ahuyum ki göbeğimin miskinden dolayı bu avcı, benim saf kanımı dökmüştür.
- گفت من آن آهوم کز ناف من ** ریخت این صیاد خون صاف من
- Ah, ben o sahra tilkisiyim ki postum için beni tuzağa düşürüp tuttular, başımı kestiler. 210
- ای من آن روباه صحرا کز کمین ** سر بریدندش برای پوستین
- Ah, ben o filim ki dişimi elde etmek için filci benim kanımı döktü.
- ای من آن پیلی که زخم پیل بان ** ریخت خونم از برای استخوان
- Beni, benden aşağı birisi için öldüren, kanımı döken; bilmiyor ki benim kanım uyumaz!
- آن که کشتستم پی مادون من ** مینداند که نخسبد خون من
- Bugün bana ise yarın onadır. Böyle benim gibi bir adamın kanı nasıl zayi olur?
- بر من است امروز و فردا بر وی است ** خون چون من کس چنین ضایع کی است
- Duvar gerçi (günün ilk kısmında yere) uzun bir gölge düşürür; fakat o gölge, gölgeyi meydana getirene avdet eder.
- گر چه دیوار افکند سایهی دراز ** باز گردد سوی او آن سایه باز
- Bu cihan dağdır, bizim yaptıklarımız ses. Seslerin aksi yine bizim semtimize gelir” dedi. 215
- این جهان کوه است و فعل ما ندا ** سوی ما آید نداها را صدا
- Kuyumcu, bu sözleri söyledi ve hemen toprak altına gitti. O cariyecik de aşktan ve hastalıktan arındı, tertemiz oldu.
- این بگفت و رفت در دم زیر خاک ** آن کنیزک شد ز عشق و رنج پاک
- Çünkü ölülerin aşkı ebedî değildir, çünkü ölü, tekrar bize gelmez.
- ز انکه عشق مردگان پاینده نیست ** ز انکه مرده سوی ما آینده نیست