English    Türkçe    فارسی   

1
1951-1975

  • Peygamber, “Hakkın güzel ve temiz kokuları, bu günlerde esecek,
  • گفت پیغمبر که نفحتهای حق ** اندر این ایام می‌‌آرد سبق‌‌
  • O vakitlere kulak verin, aklınız o vakitlerde olsun ki, bu çeşit güzel kokuları alasınız, bu fırsatı kaçırmayınız dedi.
  • گوش و هش دارید این اوقات را ** در ربایید این چنین نفحات را
  • Güzel koku geldi, sizin haberiniz yokken esip, esip gitti... Dilediğine can bağışlayıp geçti.
  • نفحه آمد مر شما را دید و رفت ** هر که را که خواست جان بخشید و رفت‌‌
  • Başka bir koku daha erişti; uyanık ol ey arkadaş, uyanık ol ki bundan da mahrum kalmayasın.
  • نفحه‌‌ی دیگر رسید آگاه باش ** تا از این هم وانمانی خواجه‌‌تاش‌‌
  • Ateş meşrepli olan can, ondan ateş söndürme kabiliyetini kazandı. Hoş olmayan can, onun lûtfu ile hoş bir hale geldi. 1955
  • جان ناری یافت از وی انطفا ** مرده پوشید از بقای او قبا
  • Bu tazelik, Tûbâ ağacının tazeliği; bu hareket, Tûbâ ağacının hareketidir. Halkın hareketlerine benzemez.
  • تازگی و جنبش طوبی است این ** همچو جنبشهای حیوان نیست این‌‌
  • Eğer bu ebedî nefha, yere göğe nazil olsa… yer ehliyle gök ehlinin ödleri su kesilirdi.
  • گر در افتد در زمین و آسمان ** زهره‌‌هاشان آب گردد در زمان‌‌
  • Esasen bu nihayeti olmayan nefhanın korkusundan, gökler, yeryüzü ve dağlar o emaneti yüklenmekten çekindiler. “Feebeyne en yahmilnehâ” ayetini oku da gör.
  • خود ز بیم این دم بی‌‌منتها ** باز خوان فأبين أن یحملنها
  • Korkusundan dağın yüreği kan olmasaydı “Eşfakne minhâ” denir miydi?
  • ور نه خود أشفقن منها چون بدی ** گرنه از بیمش دل که خون شدی‌‌
  • Bu Tanrı kokusu dün gece bize bir başka türlü zuhur etti, fakat birkaç lokma geldi, kapıyı kapadı. 1960
  • دوش دیگر لون این می‌‌داد دست ** لقمه‌‌ی چندی در آمد ره ببست‌‌
  • Lokma için bir Lokman, rehin oldu. Şimdi Lokman'ın sırası; ey lokma sen çekil.
  • بهر لقمه گشته لقمانی گرو ** وقت لقمان است ای لقمه برو
  • Bu mihnet ve meşakkat lokması yüzünden Lokman'ın ayağına batan dikeni çıkarın.
  • از هوای لقمه‌‌ی این خار خار ** از کف لقمان همی‌‌جویید خار
  • Onun ayağında diken değil, gölgesi bile yok. Fakat siz, hırstan onu fark edemiyorsunuz.
  • در کف او خار و سایه‌‌ش نیز نیست ** لیکتان از حرص آن تمییز نیست‌‌
  • Hurma olarak gördüğünü diken bil. Çünkü sen çok nankör, çok görgüsüzsün!
  • خار دان آن را که خرما دیده‌‌ای ** ز آن که بس نان کور و بس نادیده‌‌ای‌‌
  • Lokmanın canı, Tanrının bir gül bahçesindeyken neden can ayağı bir dikenden incinsin. 1965
  • جان لقمان که گلستان خداست ** پای جانش خسته‌‌ی خاری چراست‌‌
  • Bu diken yiyen vücut, devedir. Mustafa’dan doğan da bu deveye binmiştir.
  • اشتر آمد این وجود خار خوار ** مصطفی زادی بر این اشتر سوار
  • Ey deve! Sırtında öyle bir gül dengi var ki kokusundan sende, yüzlerce gül bahçesi meydana gelmiştir.
  • اشترا تنگ گلی بر پشت تست ** کز نسیمش در تو صد گلزار رست‌‌
  • Hâlbuki sen, hâlâ mugeylân dikenine ve kumsala meylediyorsun. Bu arta kalası dikenden gülü nasıl toplayacaksın?
  • میل تو سوی مغیلان است و ریگ ** تا چه گل چینی ز خار مرده‌‌ریگ‌‌
  • Ey bu arama yüzünden taraf taraf, bucak bucak dolaşıp duran! Ne vakte kadar “Nerede bu gül bahçesi” diyeceksin?
  • ای بگشته زین طلب از کو به کو ** چند گویی کین گلستان کو و کو
  • Ayağındaki bu dikeni çıkarmadıkça gözün görmez. Nasıl dönüp dolaşabilirsin? 1970
  • پیش از آن کین خار پا بیرون کنی ** چشم تاریک است جولان چون کنی‌‌
  • Ne şaşılacak şey, cihana sığmayan Âdemoğlu, gizlice bir dikenin başında dolaşıp durmakta!
  • آدمی کاو می‌‌نگنجد در جهان ** در سر خاری همی‌‌گردد نهان‌‌
  • Mustafa bir hemdem elde etmek için geldi; “Kellimînî yâ Humeyrâ” dedi.
  • مصطفی آمد که سازد هم دمی ** کلمینی یا حمیراء کلمی‌‌
  • “Ey Humeyrâ! Nalı ateşe koyda bu dağ, lâl haline gelsin” buyurdu.
  • ای حمیراء آتش اندر  نه تو نعل ** تا ز نعل تو شود این کوه لعل
  • Humeyrâ kelimesi, müennestir, can da müennsi semâidir. Araplar cana müennes demişlerdir.
  • این حمیراء لفظ تانیث است و جان ** نام تانیث‌‌اش نهند این تازیان‌‌
  • Fakat canın müenneslikten pervası yok. Çünkü ruhun ne erkekle bir alakası var, ne kadınla! 1975
  • لیک از تانیث جان را باک نیست ** روح را با مرد و زن اشراک نیست‌‌