- Ey deve! Sırtında öyle bir gül dengi var ki kokusundan sende, yüzlerce gül bahçesi meydana gelmiştir.
- اشترا تنگ گلی بر پشت تست ** کز نسیمش در تو صد گلزار رست
- Hâlbuki sen, hâlâ mugeylân dikenine ve kumsala meylediyorsun. Bu arta kalası dikenden gülü nasıl toplayacaksın?
- میل تو سوی مغیلان است و ریگ ** تا چه گل چینی ز خار مردهریگ
- Ey bu arama yüzünden taraf taraf, bucak bucak dolaşıp duran! Ne vakte kadar “Nerede bu gül bahçesi” diyeceksin?
- ای بگشته زین طلب از کو به کو ** چند گویی کین گلستان کو و کو
- Ayağındaki bu dikeni çıkarmadıkça gözün görmez. Nasıl dönüp dolaşabilirsin? 1970
- پیش از آن کین خار پا بیرون کنی ** چشم تاریک است جولان چون کنی
- Ne şaşılacak şey, cihana sığmayan Âdemoğlu, gizlice bir dikenin başında dolaşıp durmakta!
- آدمی کاو مینگنجد در جهان ** در سر خاری همیگردد نهان
- Mustafa bir hemdem elde etmek için geldi; “Kellimînî yâ Humeyrâ” dedi.
- مصطفی آمد که سازد هم دمی ** کلمینی یا حمیراء کلمی
- “Ey Humeyrâ! Nalı ateşe koyda bu dağ, lâl haline gelsin” buyurdu.
- ای حمیراء آتش اندر نه تو نعل ** تا ز نعل تو شود این کوه لعل
- Humeyrâ kelimesi, müennestir, can da müennsi semâidir. Araplar cana müennes demişlerdir.
- این حمیراء لفظ تانیث است و جان ** نام تانیثاش نهند این تازیان
- Fakat canın müenneslikten pervası yok. Çünkü ruhun ne erkekle bir alakası var, ne kadınla! 1975
- لیک از تانیث جان را باک نیست ** روح را با مرد و زن اشراک نیست
- Müzekkerden de yükselir, müennesten de. Bu, kurudan yaştan meydana gelen ruh (-u hayvanî) değildir ki.
- از مونث وز مذکر برتر است ** این نه آن جان است کز خشک و تر است
- Bu can, ekmekten kuvvetlenen yahut kâh şöyle, kâh böyle bir hale gelen can değildir.
- این نه آن جان است کافزاید ز نان ** یا گهی باشد چنین گاهی چنان
- Bu ruh hoşluk verir, hoştur, hoşluğun ta kendisidir. Ey maksadına erişmek için vesilelere baş vuran! Hoş olmayan, insanı hoş bir hale getiremez.
- خوش کننده ست و خوش و عین خوشی ** بیخوشی نبود خوشی ای مرتشی
- Sen şekerden tatlı bir hale gelsen bile o tat bazen senden gidiverir, bu mümkündür.
- چون تو شیرین از شکر باشی بود ** کان شکر گاهی ز تو غایب شود
- Fakat fazla vefakârlık sebebiyle tamamen şeker olursan buna imkân yoktur. Nasıl olurda şekerden tat ayrılır, imkânı var mı? 1980
- چون شکر گردی ز تاثیر وفا ** پس شکر کی از شکر باشد جدا
- Ey hoş arkadaş! Âşık, halis ve sâf şarabı, kendisinden bulur, onunla gıdalanırsa bu makamda artık akıl kaybolur, (bu sırra akıl ermez).
- عاشق از خود چون غذا یابد رحیق ** عقل آن جا گم شود گم ای رفیق
- Aklı cüzi sırra sahip gibi görünürse de hakikatte aşkı inkâr eder.
- عقل جزوی عشق را منکر بود ** گر چه بنماید که صاحب سر بود
- Zekidir bilir; fakat yok olmamıştır. Melek bile yok olmadıkça şeytandır.
- زیرک و داناست اما نیست نیست ** تا فرشته لا نشد اهریمنی است
- Aklı cüzi sözde ve işte bizim dostumuzdur. Ama hal bahsine gelirsen orada bir hiçten, bir yoktan ibarettir.
- او به قول و فعل یار ما بود ** چون به حکم حال آیی لا بود
- Varlıktan fâni olmadığı için o, hiçtir, yoktur. Kendi dileğiyle yok olmayınca nihayet zorla, istemediği halde yok olacaktır. Bu da ona yeter. 1985
- لا بود چون او نشد از هست نیست ** چون که طوعا لا نشد کرها بسی است
- Can, kemaldir, çağırması sesi de kemaldir. Onun için Mustafa “Ey Bilâl bizi dinlendir ferahlandır;
- جان کمال است و ندای او کمال ** مصطفی گویان ارحنا یا بلال
- Ey Bilâl! Gönlüne nefhettiğim o nefhadan, o feyizden dalga dalga coşan sesini yücelt.
- ای بلال افراز بانگ سلسلت ** ز آن دمی کاندر دمیدم در دلت
- Âdem’i bile kendinden geçiren, gök ehlinin bile akıllarını hayrete düşüren o nefhayla sesini yükselt!” buyurdu.
- ز آن دمی کادم از آن مدهوش گشت ** هوش اهل آسمان بیهوش گشت
- Mustafa o güzel sesle kendinden geçti. Ta’rîs gecesinde namazı kaçtı.
- مصطفی بیخویش شد ز آن خوب صوت ** شد نمازش از شب تعریس فوت
- O mübarek uykudan başkaldırmadı; sabah namazının vakti geçip kuşluk çağı geldi. 1990
- سر از آن خواب مبارک بر نداشت ** تا نماز صبحدم آمد به چاشت
- Ta’rîs gecesi, o gelinin huzurunda tertemiz canları, el öpme devletine erişti.
- در شب تعریس پیش آن عروس ** یافت جان پاک ایشان دستبوس