English    Türkçe    فارسی   

1
2076-2100

  • Onun cana can katan lâtif sesi fena, iğrenç, çirkin yürek tırmalayıcı geldi.
  • گشت آواز لطیف جان فزاش ** زشت و نزد کس نیرزیدی به لاش‌‌
  • Zühere’nin bile haset ettiği o güzel sesi, kart eşeğin sesine benzedi.
  • آن نوای رشک زهره آمده ** همچو آواز خر پیری شده‌‌
  • Zaten hangi hoş vardır ki nahoş olmamıştır? Yahut hangi tavan vardır ki yıkılmamış, yere serilmemiştir.
  • خود کدامین خوش که او ناخوش نشد ** یا کدامین سقف کان مفرش نشد
  • Ancak Sûr’un üfürülmesi, nefeslerinin aksinden ibaret olan yüce azizlerin sesleri, bundan müstesnadır; onların sesleri bakidir.
  • غیر آواز عزیزان در صدور ** که بود از عکس دمشان نفخ صور
  • Onların gönülleri, öyle bir gönüldür ki gönüller, ondan sarhoştur. Yoklukları öyle bir yokluktur ki bizim varlıklarımız, o yokluktan var olmuşlardır. 2080
  • اندرونی کاندرونها مست از اوست ** نیستی کاین هستهامان هست از اوست‌‌
  • Her fikrin, her sesin kehlibarı (fikirleri ve sesleri çeken) o gönüldür. İlham, vahiy ve sır lezzeti yine o gönülden ibarettir.
  • کهربای فکر و هر آواز او ** لذت الهام و وحی و راز او
  • Çalgıcı bir hayli ihtiyarlayıp zayıflayınca kazançsızlıktan bir parçacık yufka ekmeğine bile muhtaç hale geldi.
  • چون که مطرب پیرتر گشت و ضعیف ** شد ز بی‌‌کسبی رهین یک رغیف‌‌
  • Dedi ki: “Tanrım, bana çok ömür ve mühlet verdin, hakir bir kişiye karşı lütuflarda bulundun.
  • گفت عمر و مهلتم دادی بسی ** لطفها کردی خدایا با خسی‌‌
  • Yetmiş yıldır isyan edip durdum. Benden bir gün bile ihsanını kesmedin.
  • معصیت ورزیده‌‌ام هفتاد سال ** باز نگرفتی ز من روزی نوال‌‌
  • Bugün kazanç yok, senin konuğunum. Çengi sana çalacağım, gayrı seninim.” 2085
  • نیست کسب امروز مهمان توام ** چنگ بهر تو زنم آن توام‌‌
  • Çengi omuzlayıp Tanrı aramağa yola düştü; ah ederek Medine Mezarlığına doğru yollandı.
  • چنگ را برداشت و شد الله جو ** سوی گورستان یثرب آه گو
  • “Tanrı’dan kiriş parası isteyeceğim. Çünkü o kendisine karşı halis olan kalplere kerem ve ihsanıyla eder” dedi.
  • گفت خواهم از حق ابریشم بها ** کاو به نیکویی پذیرد قلبها
  • Bir hayli çenk çalıp ağladı ve başını yere koydu, çengi yastık yaptı bir mezara yaslandı.
  • چون که زد بسیار و گریان سر نهاد ** چنگ بالین کرد و بر گوری فتاد
  • Çalgıcıyı uyku bastırdı, can kuşu kafesten kurtuldu; çalgıyı da bırakıp sıçradı.
  • خواب بردش مرغ جانش از حبس رست ** چنگ و چنگی را رها کرد و بجست‌‌
  • Sâf bir âleme, can sahrasına vararak tenden ve cihan mihnetinden kurtuldu. 2090
  • گشت آزاد از تن و رنج جهان ** در جهان ساده و صحرای جان‌‌
  • Canı, orada macerasını şöyle terennüm etmekteydi: Beni burada bıraksalardı.
  • جان او آن جا سرایان ماجرا ** کاندر اینجا گر بماندندی مرا
  • Canım bu bahçede, bu bahar çağında ne hoş bir hale gelir, bu ovanın bu gayb lâleliğinin sarhoşu olurdu.
  • خوش بدی جانم در این باغ و بهار ** مست این صحرا و غیبی لاله‌‌زار
  • Başsız, ayaksız seferler eder, dişsiz, dudaksız şekerler yedim.
  • بی‌‌پر و بی‌‌پا سفر می‌‌کردمی ** بی‌‌لب و دندان شکر می‌‌خوردمی‌‌
  • Felek sakinleriyle zahmetsiz, mihnetsiz zikre, dimağsız fikre dalar, onlarla lâtifeler ederdim.
  • ذکر و فکری فارغ از رنج دماغ ** کردمی با ساکنان چرخ لاغ‌‌
  • Gözleri kapalı olarak bir âlem görür; elsiz, avuçsuz güller, reyhanlar devşirirdim... 2095
  • چشم بسته عالمی می‌‌دیدمی ** ورد و ریحان بی‌‌کفی می‌‌چیدمی‌‌
  • Çalgıcı, bir su kuşuydu; bu âlem de bir bal denizi. Bu bal Eyyub Peygamber’in içtiği ve yıkandığı pınardı.
  • مرغ آبی غرق دریای عسل ** عین ایوبی شراب و مغتسل‌‌
  • Eyyub, o pınarda yıkanarak tepeden tırnağa kadar doğu nuru gibi bütün hastalıklardan arındı, pirüpak oldu.
  • که بدو ایوب از پا تا به فرق ** پاک شد از رنجها چون نور شرق‌‌
  • Mesnevi hacım bakımından felekler kadar bile olsa yine bu âlemin, hatta küçük bir cüz’ünü ihata edemezdi.
  • مثنوی در حجم گر بودی چو چرخ ** درنگنجیدی در او زین نیم برخ‌‌
  • Hâlbuki çok geniş olan o yerler gök, darlıktan gönlümü paramparça etti.
  • کان زمین و آسمان بس فراخ ** کرد از تنگی دلم را شاخ شاخ‌‌
  • Bu bir âlemdir ki bana rüyada göründü; açıklığıyla kolumu, kanadımı açtı. 2100
  • وین جهانی کاندر این خوابم نمود ** از گشایش پر و بالم را گشود