- Hak uğruna ekmek verirsen sana ekmek verirler; Hak uğruna can verirsen sana da can bahşederler.
- نان دهی از بهر حق نانت دهند ** جان دهی از بهر حق جانت دهند
- Şu çınarın yaprakları dökülürse Tanrı, ona yapraksızlık azığı bağışlar.
- گر بریزد برگهای این چنار ** برگ بیبرگیش بخشد کردگار
- Dağıtmaktan dolayı elinde mal kalmazsa Tanrı’nın inayeti, seni hiç ayaklar altında çiğnetir mi?
- گر نماند از جود در دست تو مال ** کی کند فضل خدایت پای مال
- Bir adam ekin ekince ambarı boşalır ama bu işin iyiliği, tarlada belli olur.
- هر که کارد گردد انبارش تهی ** لیکش اندر مزرعه باشد بهی
- Fakat tohumu ambara kor, biriktirirse zaman geçtikçe bitler, fareler, o tohumu yiyip bitirirler. 2240
- و آن که در انبار ماند و صرفه کرد ** اشپش و موش و حوادث پاک خورد
- Bu cihan tamamiyle fânidir; aradığını sebatlı, kararlı âlemde ara! Sûretin sıfırdan ibarettir; dilediğini mâna âleminde dile!
- این جهان نفی است در اثبات جو ** صورتت صفر است در معنات جو
- Acı ve tuzlu canı kılıç önüne koy, feda et de tatlı bir deniz gibi olan canı al!
- جان شور تلخ پیش تیغ بر ** جان چون دریای شیرین را بخر
- Eğer bu kapıdan bunu almaya kudretin yoksa bari şu hikâyeyi dinle!
- ور نمیدانی شدن زین آستان ** باری از من گوش کن این داستان
- Zamanında Kerem ve ihsanda Hatemi Tai’yi geçen ve nazirî bulunmayan Halifenin hikâyesi
- قصهی خلیفه که در کرم در زمان خود از حاتم طایی گذشته بود و نظیر خود نداشت
- Eski zamanda bir halife vardı ki, Hâtem’i cömertliğine köle etmişti.
- یک خلیفه بود در ایام پیش ** کرده حاتم را غلام جود خویش
- İhsan ve adalet bayrağını yüceltmiş, dünyadan yoksulluk ve ihtiyacı kaldırmıştı. 2245
- رایت اکرام و داد افراشته ** فقر و حاجت از جهان برداشته
- Deniz ve inci, onun vergisine nispetle ehemmiyetsiz bir hale gelmiş lûtuf ve ihsan Kaf’tan Kaf’a yayılmıştı.
- بحر و کان از بخششاش صاف آمده ** داد او از قاف تا قاف آمده
- O padişah, topraktan ibaret olan şu yeryüzünde bulut ve yağmurdu. İn’am ve ihsan sahibi Tanrı’nın vericiliğine mazhardı.
- در جهان خاک ابر و آب بود ** مظهر بخشایش وهاب بود
- Deniz ve maden, onun ihsanına karşı zelzeleye düşmüş, onun cömertliğine doğru kafile kafile gelip duruyordu.
- از عطایش بحر و کان در زلزله ** سوی جودش قافله بر قافله
- Kapısı, hacet kıblesiydi. Şöhreti, cömertlikle bütün âleme yayılmıştı.
- قبلهی حاجت در و دروازهاش ** رفته در عالم به جود آوازهاش
- Onun vergisinden, onun cömertliğinden Acem de şaşırmıştı,Rum da. Türk de hayrete dalmıştı, Arap da. 2250
- هم عجم هم روم هم ترک و عرب ** مانده از جود و سخایش در عجب
- Hayat suyu, kerem deniziydi. Onun yüzünden Arap da dirilmişti. Acem de!
- آب حیوان بود و دریای کرم ** زنده گشته هم عرب زو هم عجم
- Yoksul Arap bedevisinin hikâyesi ve yoksulluk yüzünden karısıyla arasında geçen şey
- قصهی اعرابی درویش و ماجرای زن با او به سبب قلت و درویشی
- Bir gece bir bedevi karısı, dedikoduyu hadden aşırarak kocasına dedi ki:
- یک شب اعرابی زنی مر شوی را ** گفت و از حد برد گفتوگوی را
- “Bütün bu yoksulluğu, bu cefayı biz çekmekteyiz. Âlemin ömrü hoşlukla geçiyor. Sade biz kötü bir haldeyiz.
- کاین همه فقر و جفا ما میکشیم ** جمله عالم در خوشی ما ناخوشیم
- Ekmeğimiz yok, katığımız dert ve haset... Testimiz yok suyumuz gözyaşı.
- نانمان نی نان خورشمان درد و رشک ** کوزهمان نه آبمان از دیده اشک
- Gündüzün elbisemiz güneşin ziyası... Geceleyin döşek ve yorganımız ay ışığı. 2255
- جامهی ما روز تاب آفتاب ** شب نهالین و لحاف از ماهتاب
- Açlığımızdan değil mi ayı, okkalık ekmek sanıp elimizle gökyüzüne saldırıyoruz.
- قرص مه را قرص نان پنداشته ** دست سوی آسمان برداشته
- Yoksullar bizim yoksulluğumuzdan ve gece gündüz yiyecek düşünmemizden arlanıyorlar.
- ننگ درویشان ز درویشی ما ** روز شب از روزی اندیشی ما
- Sâmirî’nin halktan kaçtığı gibi akraba, yabancı... herkes, bizden kaçıyor.
- خویش و بیگانه شده از ما رمان ** بر مثال سامری از مردمان
- Birisinden bir avuç mercimek isteyecek olsak bize “Sus, geber, babalar çıkarasıca!” diyor.
- گر بخواهم از کسی یک مشت نسک ** مر مرا گوید خمش کن مرگ و جسک
- Arabın iftiharı, savaş ve ihsandır. Sence Arap içinde yazıda kazınıp yok edilecek bir yanlışa benziyorsun. 2260
- مر عرب را فخر غزو است و عطا ** در عرب تو همچو اندر خط خطا