- Şeyhi, can sanır, ceset çıkar ama tâlip, kendi iyi niyeti yüzünden öyle bir makama erişir ki...
- او به قصد نیک خود جایی رسد ** گر چه جان پنداشت و آن آمد جسد
- Hali, tıpkı gece ortasında kıble arayana benzer. Kıble bulunmasa bile namazı caizdir. 2285
- چون تحری در دل شب قبله را ** قبله نی و آن نماز او روا
- Dâvacı ve yalancı şeyhin can kıtlığı gizlidir. Fakat bizdeki ekmek kıtlığı meydanda.
- مدعی را قحط جان اندر سر است ** لیک ما را قحط نان بر ظاهر است
- Niçin bunu, dâvacı şeyh gibi gizleyelim? Neden fayda olmadığı halde utanıp arlanarak can çekişelim?”
- ما چرا چون مدعی پنهان کنیم ** بهر ناموس مزور جان کنیم
- Bedevinin, karısına sabretmesini buyurması ve ona sabır ve yoksulluğun faziletini söylemesi
- صبر فرمودن اعرابی زن خود را و فضیلت صبر و فقر بیان کردن با زن
- Kocası dedi ki: “Daha ne vakte kadar gelir ve mahsul arayıp duracaksın; zaten ömrümüzden ne kaldı ki? Çoğu geçip gitti.
- شوی گفتش چند جویی دخل و کشت ** خود چه ماند از عمر افزونتر گذشت
- Akıllı kişi, artığa, eksiğe bakmaz; çünkü ikisi de sel gibi geçer.
- عاقل اندر بیش و نقصان ننگرد ** ز آن که هر دو همچو سیلی بگذرد
- Sel ister sâf olsun, ister bulanık... Mademki baki değildir, ondan bahsetme? 2290
- خواه صاف و خواه سیل تیره رو ** چون نمیپاید دمی از وی مگو
- Bu âlemde binlerce canlı, sıkıntısız, hoş bir halde yaşamakta, geçinip gitmektedir.
- اندر این عالم هزاران جانور ** میزید خوش عیش بیزیر و زبر
- Üveyk kuşu, geceki rızkı henüz meydanda olmadığı halde ağaçta Tanrıya şükreder.
- شکر میگوید خدا را فاخته ** بر درخت و برگ شب ناساخته
- Bülbül “Ey duaya icabet eden Tanrı, rızık hususunda itimadımız sana” diye Tanrıya hamdeyler.
- حمد میگوید خدا را عندلیب ** کاعتماد رزق بر تست ای مجیب
- Doğan, rızkını padişahın elinden umduğundan bütün pis şeylerden ümidini kesmiştir.
- باز دست شاه را کرده نوید ** از همه مردار ببریده امید
- Böylece sivrisinekten tut da file kadar bütün mahlûkat Tanrı ailesidir; Hak da ne güzel aile reisi. 2295
- همچنین از پشهگیری تا به پیل ** شد عیال الله و حق نعم المعیل
- Gönlümüzdeki bütün bu gamlar, heva ve hevesimizin, varlığımızın tozundan, dumanından meydana gelir.
- این همه غمها که اندر سینههاست ** از بخار و گرد بود و باد ماست
- Bu kökümüzü söken gamlar, ömrümüzün orağına benzer. Bu böyle oldu kuruntuları da vesveselerimizdir.
- این غمان بیخ کن چون داس ماست ** این چنین شد و آن چنان وسواس ماست
- Bil ki her hastalık ölümden bir parçadır. Çaresi varsa, ölümün bir cüz’ünü kendinden kov!
- دان که هر رنجی ز مردن پارهای است ** جزو مرگ از خود بران گر چارهای است
- Ölümün bir cüz’ünden bile kaçamadığın halde onun hepsini başından aşağıya dökecekler, bunu iyice bil!
- چون ز جزو مرگ نتوانی گریخت ** دان که کلش بر سرت خواهند ریخت
- Ölümün cüz’ü olan hastalık sana taht geliyorsa bil ki Tanrı küllü, yani ölümü de sana tatlılaştırır. 2300
- جزو مرگ ار گشت شیرین مر ترا ** دان که شیرین میکند کل را خدا
- Hastalıklar, ölümden elçi olarak gelmektedir; ey boşboğaz, ölümün elçisinden yüz çevirme!
- دردها از مرگ میآید رسول ** از رسولش رو مگردان ای فضول
- Tatlı yaşayan, sonunda acı öldü. Ten kaydında olan canını kurtaramadı.
- هر که شیرین میزید او تلخ مرد ** هر که او تن را پرستد جان نبرد
- Koyunları kırdan sürer getirirler; hangisi daha besli ise onu keserler.
- گوسفندان را ز صحرا میکشند ** آن که فربه تر مر آن را میکشند
- Gece geçti, sabah oldu. Sen ne vakte kadar bu altın masalını yeni baştan söyleyip duracaksın?
- شب گذشت و صبح آمد ای تمر ** چند گیری این فسانهی زر ز سر
- Gençken daha kanaatliydin; şimdi altın istiyorsun, halbuki sen önceden altındın. 2305
- تو جوان بودی و قانعتر بدی ** زر طلب گشتی خود اول زر بدی
- Üzümlerle dolu bir asmaydın; nasıl oldu da kesada uğradın; üzümün tam olacakken bozulup gittin?
- رز بدی پر میوه چون کاسد شدی ** وقت میوه پختنت فاسد شدی
- Meyvanın günden güne daha tatlı olması lâzım.İp eğirenler gibi gerisin geriye gitmenin lüzumu yok!
- میوهات باید که شیرینتر شود ** چون رسن تابان نه واپستر رود
- Sen bizim eşimizsin; işlerin başarılması için eşlerin aynı huyda olmaları lâzımdır.
- جفت مایی جفت باید هم صفت ** تا بر آید کارها با مصلحت