English    Türkçe    فارسی   

1
2317-2341

  • Ne vakte kadar bu tumturaklı sözler, bu işler güçler? Kendi halini, kendi işini gör de utan!
  • چند حرف طمطراق و کار و بار ** کار و حال خود ببین و شرم دار
  • Kibir çirkindir ama dilencilerden olursa daha çirkin. Soğuk gün ortalık kar... Bir de elbise ıslak olursa...
  • کبر زشت و از گدایان زشت‌‌تر ** روز سرد و برف و آن گه جامه تر
  • Ey örümcek ağı gibi evi olan! Ne vakte kadar dava, çalım; Ne vakte kadar kibir, azamet!
  • چند دعوی و دم و باد و بروت ** ای ترا خانه چو بیت العنکبوت‌‌
  • Sen kanaatten ne vakit canını nurlandırdın ki? Kanaatten ancak bir ad öğrendin. 2320
  • از قناعت کی تو جان افروختی ** از قناعتها تو نام آموختی‌‌
  • Peygamber “Kanaat nedir? Hazinedir” dedi. Sen hazineyi mihnet ve meşakkatten ayırt edemiyorsun.
  • گفت پیغمبر قناعت چیست گنج ** گنج را تو وا نمی‌‌دانی ز رنج‌‌
  • Bu kanaat daimî bir hazineden başka bir hazineden başka bir şey değildir. Ey gönüle gam ve elem veren artık beyhude sözlere dalma!
  • این قناعت نیست جز گنج روان ** تو مزن لاف ای غم و رنج روان‌‌
  • Yürü bana “Eşim” deme, az koltukla. Ben insafın eşiyim, hilenin değil.
  • تو مخوانم جفت، کمتر زن بغل ** جفت انصافم نیم جفت دغل‌‌
  • Neden padişahtan, beyden dem urup durmaktasın? Yoksulluktan havada sivrisineği bile avlamaktasın.
  • چون قدم با میر و با بگ می‌‌زنی ** چون ملخ را در هوا رگ می‌‌زنی‌‌
  • Bir kemik parçası için köpeklerle dalaşmakta, içi boş ney gibi inleyip durmaktasın. 2325
  • با سگان زین استخوان در چالشی ** چون نی اشکم تهی در نالشی‌‌
  • Bana öyle horlukla kötü kötü bakma ki damarlarının içinde dolaşan sırları söylemeyeyim.
  • سوی من منگر به خواری سست سست ** تا نگویم آن چه در رگهای تست‌‌
  • Kendi aklını benden fazla görüyorsun; Ya şu az akıllı olan beni nasıl gördün? ( Büsbütün aşağı değil mi?)
  • عقل خود را از من افزون دیده‌‌ای ** مر من کم عقل را چون دیده‌‌ای‌‌
  • Çirkin kurt gibi üstümüze atlama. Senin gibi insanı utandıracak akla sahip olmaktansa akılsızlık daha iyi!
  • همچو گرگ غافل اندر ما مجه ** ای ز ننگ عقل تو بی‌‌عقل به‌‌
  • Aklın, insanlara ayak kösteği olunca o akıl, akıl değildir, yılan ve akreptir.
  • چون که عقل تو عقیله‌‌ی مردم است ** آن نه عقل است آن که مار و کژدم است‌‌
  • Senin hile ve zulmünün hasmı Allah olsun; hile elin bize uzanmasın! 2330
  • خصم ظلم و مکر تو الله باد ** فضل و عقل تو ز ما کوتاه باد
  • Ne şaşılacak şey ki sen hem yılansın, hem afsuncu... Ey Arap, sen yılansın, hem de çirkin yılan!
  • هم تو ماری هم فسون‌‌گر ای عجب ** مارگیر و ماری ای ننگ عرب‌‌
  • Eğer karga kendi çirkinliğini anlasaydı, derdinden kar gibi erirdi.
  • زاغ اگر زشتی خود بشناختی ** همچو برف از درد و غم بگداختی‌‌
  • Afsuncu düşman gibi, yılana afsun okur, yılan da onu afsunlar.
  • مرد افسونگر بخواند چون عدو ** او فسون بر مار و مار افسون بر او
  • Yılanın afsunu, yılancıya tuzak olmasaydı yılanın afsununa aldanır, onunla meşgul olur muydu?
  • گر نبودی دام او افسون مار ** کی فسون مار را گشتی شکار
  • Afsuncu, kazanç hırsına düşünce yılanın kendisini afsunladığını anlamaz. 2335
  • مرد افسونگر ز حرص کسب و کار ** در نیابد آن زمان افسون مار
  • Yılan “ Ey afsuncu, kendine gel. Kendi hünerini gördün, bir de benim afsunumu gör!
  • مار گوید ای فسون‌‌گر هین و هین ** آن خود دیدی فسون من ببین‌‌
  • Sen beni Hak’kın adıyla afsunladın, bu suretle de beni halka rüsvay etmek istedin.
  • تو به نام حق فریبی مر مرا ** تا کنی رسوای شور و شر مرا
  • Beni Hak’kın adı bağladı, senin tedbirin değil. Hakk’ın adını tuzak yaptın, yazıklar olsun sana!
  • نام حقم بست نه آن رای تو ** نام حق را دام کردی وای تو
  • Senden benim hakkımı Tanrının adı alacak. Ben canımı da Tanrı adına ısmarladım, tenimi de.
  • نام حق بستاند از تو داد من ** من به نام حق سپردم جان و تن‌‌
  • Tanrı adı, beni yaraladığın için ya can damarını koparsın, yahut seni de benim gibi mahsup etsin!” der. 2340
  • یا به زخم من رگ جانت برد ** یا که همچون من به زندانت برد
  • Kadın bu yolda sert sözlerle genç kocasına tomarlar okudu.
  • زن از این گونه خشن گفتارها ** خواند بر شوی جوان طومارها
  • Erkeğin, karısına “ Yoksullara hor bakma, Tanrı’nın işine noksan isnadetme, kendi yoksulluğunla vehimlenip hayallenerek yoksulu ve yoksulluğu kınama “ diye nasihat etmesi
  • نصیحت کردن مرد مر زن را که در فقیران به خواری منگر و در کار حق به گمان کمال نگر و طعنه مزن بر فقر و فقیران به خیال و گمان بی‌‌نوایی خویشتن‌‌