English    Türkçe    فارسی   

1
2339-2363

  • Senden benim hakkımı Tanrının adı alacak. Ben canımı da Tanrı adına ısmarladım, tenimi de.
  • نام حق بستاند از تو داد من ** من به نام حق سپردم جان و تن‌‌
  • Tanrı adı, beni yaraladığın için ya can damarını koparsın, yahut seni de benim gibi mahsup etsin!” der. 2340
  • یا به زخم من رگ جانت برد ** یا که همچون من به زندانت برد
  • Kadın bu yolda sert sözlerle genç kocasına tomarlar okudu.
  • زن از این گونه خشن گفتارها ** خواند بر شوی جوان طومارها
  • Erkeğin, karısına “ Yoksullara hor bakma, Tanrı’nın işine noksan isnadetme, kendi yoksulluğunla vehimlenip hayallenerek yoksulu ve yoksulluğu kınama “ diye nasihat etmesi
  • نصیحت کردن مرد مر زن را که در فقیران به خواری منگر و در کار حق به گمان کمال نگر و طعنه مزن بر فقر و فقیران به خیال و گمان بی‌‌نوایی خویشتن‌‌
  • Bedevi dedi ki: “ Ey kadın, sen kadın mısın, yoksa hüzün ve keder atası mı? Yoksulluk, benim için iftihar edilecek bir şeydir; başıma kakma!
  • گفت ای زن تو زنی یا بو الحزن ** فقر فخر آمد مرا بر سر مزن‌‌
  • Mal ve para başta külâh gibidir. Külâha sığınan, keldir.
  • مال و زر سر را بود همچون کلاه ** کل بود او کز کله سازد پناه‌‌
  • Kıvırcık ve güzel saçları olan kişiye gelince: külâhı giderse ona daha hoş gelir.
  • آن که زلف جعد و رعنا باشدش ** چون کلاهش رفت خوشتر آیدش‌‌
  • Tanrı eri göz gibidir. Gözün kapalı olmaktansa, açık olması daha iyidir. 2345
  • مرد حق باشد به مانند بصر ** پس برهنه‌‌ش به که پوشیده نظر
  • Esirci, esiri satarken ayıp örten elbiseyi soyar.
  • وقت عرضه کردن آن برده فروش ** بر کند از بنده جامه‌‌ی عیب پوش‌‌
  • Esirin bir kusuru olursa hiç onu soyar mı? Soyması şöyle dursun, bir hile ile ne yapıp yapar, onu elbiseyle gösterir.
  • ور بود عیبی برهنه کی کند ** بل به جامه خدعه‌‌ای با وی کند
  • “Bu; iyiden, kötüden, olur olmaz şeyden utanır. Soyarsam utanıp senden ürker” der.
  • گوید این شرمنده است از نیک و بد ** از برهنه کردن او از تو رمد
  • Zengin, kulağına kadar ayıp içine dalmıştır: fakat malı vardır ve mal ayıbını örter.
  • خواجه در عیب است غرقه تا به گوش ** خواجه را مال است و مالش عیب پوش‌‌
  • Tamahkâr tamahı yüzünden zengin ayıbını görmez. Tamahkâr bütün gönülleri kaplar. 2350
  • کز طمع عیبش نبیند طامعی ** گشت دلها را طمعها جامعی‌‌
  • Yoksul, halis altın gibi sevilse yine kumaşı, dükkâna yol bulmaz, sözünü kimse dinlemez.
  • ور گدا گوید سخن چون زر کان ** ره نیابد کاله‌‌ی او در دکان‌‌
  • Yoksulluk, senin anlayacağın şey değildir; yoksulluğa hor bakma;
  • کار درویشی ورای فهم تست ** سوی درویشی بمنگر سست سست‌‌
  • Çünkü yoksulların, mülkten, maldan öte ululuk sahibi Tanrı’dan pek büyük bir rızıkları vardır.
  • ز آن که درویشان ورای ملک و مال ** روزیی دارند ژرف از ذو الجلال‌‌
  • Ulu Tanrı âdildir; âdiller, nasıl olur da çaresiz biçarelere zulmederler?
  • حق تعالی عادل است و عادلان ** کی کنند استمگری بر بی‌‌دلان‌‌
  • Birisine nimet, mal, matrah verip öbürünü yansın diye ateşe atarlar mı? 2355
  • آن یکی را نعمت و کالا دهند ** وین دگر را بر سر آتش نهند
  • Böyle bir iş, Tanrı’dan, iki cihanı yaratan umulur mu?
  • آتشش سوزا که دارد این گمان ** بر خدای خالق هر دو جهان‌‌
  • “Elfakru Fahri” hadîsi, saçma ve asılsız bir söz mü; bu sözde binlerce yücelik, binlerce naz ve nimet gizli değil mi?
  • فقر فخری از گزاف است و مجاز ** نی هزاران عز پنهان است و ناز
  • Hiddetle bana lâkaplar taktın; ben sevgilimin dostuyum, onu elde ederim. Halbuki sen bir yalancı, afsuncusun dedi.
  • از غضب بر من لقبها راندی ** یارگیر و مار گیرم خواندی‌‌
  • Yılan tutsam bile dişini söker, bu suretle onu başı ezilmekten kurtarırım.
  • گر بگیرم بر کنم دندان مار ** تاش از سر کوفتن نبود ضرار
  • Çünkü o diş, onun can düşmanıdır; ben, düşmanı da bu suretle kendime dost ederim. 2360
  • ز آن که آن دندان عدوی جان اوست ** من عدو را می‌‌کنم زین علم دوست‌‌
  • Ben asla tamahtan afsun okumam. Ben bu tamahı baş aşağı etmişimdir.
  • از طمع هرگز نخوانم من فسون ** این طمع را کرده‌‌ام من سر نگون‌‌
  • Tanrı göstermesin... Benim halka karşı tamahım yok. Gönlümde kanaatten bir âlem var.
  • حاش لله طمع من از خلق نیست ** از قناعت در دل من عالمی است‌‌
  • Sen armut ağacı tepesinden böyle görüyorsun. Aşağı in de sende o şüphe kalmasın.
  • بر سر امرودبن بینی چنان ** ز آن فرود آ تا نماند آن گمان‌‌