English    Türkçe    فارسی   

1
2403-2427

  • Fakat sen hakkımda böyle kötü zanna düşünce candan da usandım, tenden de.
  • چون تو با من این چنین بودی به ظن ** هم ز جان بیزار گشتم هم ز تن‌‌
  • Ey canımın rahatı! Sen bana böyle aykırı olunca altına da toprak saçtım, gümüşe de( artık ikisi de gözümde değil).
  • خاک را بر سیم و زر کردیم چون ** تو چنینی با من ای جان را سکون‌‌
  • Canımda da sen varsın, gönlümde de sen. Öyle olduğu halde bu kadarcık bir şeyden dolayı benden ayrılmaya kalkışıyorsun. 2405
  • تو که در جان و دلم جا می‌‌کنی ** زین قدر از من تبرا می‌‌کنی‌‌
  • Kudret senin elinde, ayrılabilirsin; fakat senin bu niyetine karşılık candan özürler dilemekteyim.
  • تو تبرا کن که هستت دستگاه ** ای تبرای ترا جان عذر خواه‌‌
  • O zamanları hatırla ki ben put gibi güzeldim, sen de karşımda puta tapan şamana benzerdin.
  • یاد می‌‌کن آن زمانی را که من ** چون صنم بودم تو بودی چون شمن‌‌
  • Bu kul sana tâbidir; gönlü, senin dileğine göre aydınlanmış, yanmıştır. Neyi “pişir, hazırla” dersen hemen “pişti, yandı bile” derim.
  • بنده بر وفق تو دل افروخته ست ** هر چه گویی پخت گوید سوخته ست‌‌
  • Ben senin ıspanağınım. İster ekşili pişir, ister tatlılı...
  • من سپاناخ تو با هر چم پزی ** یا ترش با یا که شیرین می‌‌سزی‌‌
  • Küfür söylemiştim; işte imana geldim. Can ve gönülle hükmüne tâbi oldum. 2410
  • کفر گفتم نک به ایمان آمدم ** پیش حکمت از سر جان آمدم‌‌
  • Senin şahane huyunu takdir edemedim. Huzuruna küstahça eşek sürdüm.
  • خوی شاهانه‌‌ی ترا نشناختم ** پیش تو گستاخ خر در تاختم‌‌
  • Fakat affından bir mum düzüp yakınca tövbe ettim; itirazı bıraktım.
  • چون ز عفو تو چراغی ساختم ** توبه کردم اعتراض انداختم‌‌
  • Kılıçla kefeni huzuruna koyuyorum; önüne boynumu uzatıyorum; vur!
  • می‌‌نهم پیش تو شمشیر و کفن ** می‌‌کشم پیش تو گردن را بزن‌‌
  • Acı ayrılıktan gem vuruyorsun. Ne istersen yap, fakat bunu yapma!
  • از فراق تلخ می‌‌گویی سخن ** هر چه خواهی کن و لیکن این مکن‌‌
  • Gönlünde benim için gizlice bir özür dileyici vardır ki o, ben olmasam da bana şefaat edip durur. 2415
  • در تو از من عذر خواهی هست سر ** با تو بی‌‌من او شفیعی مستمر
  • Gönlündeki o özür dileyicim senin huyundur. Ona güvendiğimden gönlüm, kendisine suç aradı.
  • عذر خواهم در درونت خلق تست ** ز اعتماد او دل من جرم جست‌‌
  • Ey ahlâkı yüz batman baldan daha güzel, daha tatlı olan kızgın adam! Sen de bana gönlünden ve gizlice merhamet et.”
  • رحم کن پنهان ز خود ای خشمگین ** ای که خلقت به ز صد من انگبین‌‌
  • Bu suretle güzel, açık açık söylerken kadına bir ağlamadır geldi.
  • زین نسق می‌‌گفت با لطف و گشاد ** در میانه گریه‌‌ای بر وی فتاد
  • Ağlaması bile yüzünün güzelliğiyle gönülleri cezbeden o güzelin, hüngür hüngür ağlaması haddinden aşınca.
  • گریه چون از حد گذشت و های های ** زو که بی‌‌گریه بد او خود دل ربای‌‌
  • O gözyaşı yağmurundan bir yıldırım zuhur etti, o naziri bulunmayan erin gönlüne bir kıvılcım sıçradı. 2420
  • شد از آن باران یکی برقی پدید ** زد شراری در دل مرد وحید
  • Adamın, güzel yüzüne kul olduğu dilber, kulluğa başlarsa hal ne olur, insan ne hale gelir?
  • آن که بنده‌‌ی روی خوبش بود مرد ** چون بود چون بندگی آغاز کرد
  • Azametinden yüreğini oynatan, kibirinden seni tir tir titreten sevgili, gözünün önünde ağlamaya başlarsa ne hale girersin?
  • آن که از کبرش دلت لرزان بود ** چون شوی چون پیش تو گریان شود
  • Naz ve istiğnası ile can ve gönülleri kan haline getiren güzel, niyaza girişirse hal ne olur?
  • آن که از نازش دل و جان خون بود ** چون که آید در نیاز او چون بود
  • Cevrü cefası, bize tuzak olan dilber, özür dilemeye kalkışırsa biz ne mazeret bulabilir, ne söyleyebiliriz?
  • آن که در جور و جفایش دام ماست ** عذر ما چه بود چو او در عذر خاست‌‌
  • Züyyine linnâs, hükmünce Tanrı’nın insanlar için bezediği şeylerden halk, nasıl kurtulabilir? 2425
  • زين للناس حق آراسته ست ** ز آن چه حق آراست چون دانند جست‌‌
  • Tanrı; kadını erkeklere munis olmak üzere yarattı. Âdem nasıl olurda Havva’dan ayrılabilir?
  • چون پی یسکن الیهاش آفرید ** کی تواند آدم از حوا برید
  • Kişi yiğitlikte Zâloğlu Rüstem bile olsa Hamza’dan bile ileri geçse yine hükmetme hususunda karısının esiridir.
  • رستم زال ار بود وز حمزه بیش ** هست در فرمان اسیر زال خویش‌‌