English    Türkçe    فارسی   

1
2575-2599

  • Diğer yarısı, yılan zehiri gibi acı,lezzetsiz, rengi de katran gibi kara. 2575
  • نیم دیگر تلخ همچون زهر مار ** طمع تلخ و رنگ مظلم قیروار
  • Cennetlikle cehennemlik olanlar da deniz gibi alttan üstten, dalgalanıp dururlar.
  • هر دو بر هم می‌‌زنند از تحت و اوج ** بر مثال آب دریا موج موج‌‌
  • Dar ve küçük bir cisimden dalgaların birbiri ardınca zuhuru da canların barışta, savaşta birbirlerine karışmalarına benzer.
  • صورت بر هم زدن از جسم تنگ ** اختلاط جانها در صلح و جنگ‌‌
  • Barış dalgaları kopar, gönüllerden kinleri giderir.
  • موجهای صلح بر هم می‌‌زند ** کینه‌‌ها از سینه‌‌ها بر می‌‌کند
  • Bunun aksine savaş dalgaları kopar, sevgileri altüst eder.
  • موجهای جنگ بر شکل دگر ** مهرها را می‌‌کند زیر و زبر
  • Sevgi, acıları tatlıya çeker, tatlılaştırır. Çünkü sevgilerin aslı, doğru yola götürmedir. 2580
  • مهر تلخان را به شیرین می‌‌کشد ** ز آن که اصل مهرها باشد رشد
  • Kahır ise, tatlıyı acılığa çekmektedir. Acı, tatlı ile bir arada bulunur, bağdaşır mı?
  • قهر شیرین را به تلخی می‌‌برد ** تلخ با شیرین کجا اندر خورد
  • Acı tatlı; bu gözle görünmez. Basiret ehli, onları, akıbet penceresinden görmeyi bilir.
  • تلخ و شیرین زین نظر ناید پدید ** از دریچه‌‌ی عاقبت دانند دید
  • Akıbeti gören göz, doğruyu görebilir. Âhiri gören göz ise gururdan, körlükten ibarettir.
  • چشم آخر بین تواند دید راست ** چشم آخر بین غرور است و خطاست‌‌
  • Nice tatlılar vardır ki şeker gibidir, fakat o şeker içinde zehir gizlidir.
  • ای بسا شیرین که چون شکر بود ** لیک زهر اندر شکر مضمر بود
  • Aklı en üstün, anlayışı en keskin olan, kokudan anlar. Öbürüyse ancak dudağına, dişine değince fark eder. 2585
  • آن که زیرک‌‌تر به بو بشناسدش ** و آن دگر چون بر لب و دندان زدش‌‌
  • Şeytan “Yiyin” diye bağırır ama o adamın dudağı zehri, boğazına varmadan reddeder.
  • پس لبش ردش کند پیش از گلو ** گر چه نعره می‌‌زند شیطان کلوا
  • Başka biri boğazına varınca anlar, bir başkası yer, bedenini berbat edince anlar.
  • و آن دگر را در گلو پیدا کند ** و آن دگر را در بدن رسوا کند
  • Zehir; diğer birisinde abdest bozarken yanış yapar; zaman zaman ciğerini delen bir acı peyda eder.
  • و آن دگر را در حدث سوزش دهد ** ذوق آن زخم جگر دوزش دهد
  • Bir başkasında zehrin eseri; günler, aylar geçtikten sonra görünür. Diğer birisinde ise ölümden ve Sûr üfürüldükten sonra meydana çıkar.
  • و آن دگر را بعد ایام و شهور ** و آن دگر را بعد مرگ از قعر گور
  • Eğer o kişiye mezarda mühlet verirlerse mutlaka mahşer günü azap ederler. 2590
  • ور دهندش مهلت اندر قعر گور ** لا بد آن پیدا شود یوم النشور
  • Her otun, her şekerin zamanede bir oluş müddeti vardır.
  • هر نبات و شکری را در جهان ** مهلتی پیداست از دور زمان‌‌
  • Lâlin, güneşin tesiriyle renk, parlaklık ve letafet elde etmesi için yılların geçmesi gerektir.
  • سالها باید که اندر آفتاب ** لعل یابد رنگ و رخشانی و تاب‌‌
  • Alelâde otlar, iki ay içinde yetişir. Fakat kırmızı gül, ancak bir yılda yetişir gül verir.
  • باز تره در دو ماه اندر رسد ** باز تا سالی گل احمر رسد
  • Yüce ve Ulu Tanrı, bunun için eceli, yani her şeyin müddetini En’am sûresinde anlatmıştır.
  • بهر این فرمود حق عز و جل ** سوره الانعام در ذکر اجل‌‌
  • Bunu duydun ya; her kılın kulak kesilsin... Bu duyduğun âbıhayattır, afiyet olsun! 2595
  • این شنیدی مو به مویت گوش باد ** آب حیوان است خوردی نوش باد
  • Bu söze söz deme, âbıhayat de. Bu sözü, eski harfler teninde yepyeni bir ruh olarak gör.
  • آب حیوان خوان مخوان این را سخن ** روح نو بین در تن حرف کهن‌‌
  • Arkadaş; başka bir nükte daha duy. Bu nükte can gibi hem apaçık, meydandadır, hem gayet ince ve gizli.
  • نکته‌‌ی دیگر تو بشنو ای رفیق ** همچو جان او سخت پیدا و دقیق‌‌
  • Bir yer olur ki bu yılan zehri, Tanrı’nın tasarruflarıyla gayet tatlı ve lezzetli bir hale gelir.
  • در مقامی هست هم این زهر مار ** از تصاریف خدایی خوش گوار
  • Bir yerde zehirdir, bir yerde ilâç... Bir yerde küfürdü, bir yerde tam lâyık ve yerinde.
  • در مقامی زهر و در جایی دوا ** در مقامی کفر و در جایی روا