- Dar ve küçük bir cisimden dalgaların birbiri ardınca zuhuru da canların barışta, savaşta birbirlerine karışmalarına benzer.
- صورت بر هم زدن از جسم تنگ ** اختلاط جانها در صلح و جنگ
- Barış dalgaları kopar, gönüllerden kinleri giderir.
- موجهای صلح بر هم میزند ** کینهها از سینهها بر میکند
- Bunun aksine savaş dalgaları kopar, sevgileri altüst eder.
- موجهای جنگ بر شکل دگر ** مهرها را میکند زیر و زبر
- Sevgi, acıları tatlıya çeker, tatlılaştırır. Çünkü sevgilerin aslı, doğru yola götürmedir. 2580
- مهر تلخان را به شیرین میکشد ** ز آن که اصل مهرها باشد رشد
- Kahır ise, tatlıyı acılığa çekmektedir. Acı, tatlı ile bir arada bulunur, bağdaşır mı?
- قهر شیرین را به تلخی میبرد ** تلخ با شیرین کجا اندر خورد
- Acı tatlı; bu gözle görünmez. Basiret ehli, onları, akıbet penceresinden görmeyi bilir.
- تلخ و شیرین زین نظر ناید پدید ** از دریچهی عاقبت دانند دید
- Akıbeti gören göz, doğruyu görebilir. Âhiri gören göz ise gururdan, körlükten ibarettir.
- چشم آخر بین تواند دید راست ** چشم آخر بین غرور است و خطاست
- Nice tatlılar vardır ki şeker gibidir, fakat o şeker içinde zehir gizlidir.
- ای بسا شیرین که چون شکر بود ** لیک زهر اندر شکر مضمر بود
- Aklı en üstün, anlayışı en keskin olan, kokudan anlar. Öbürüyse ancak dudağına, dişine değince fark eder. 2585
- آن که زیرکتر به بو بشناسدش ** و آن دگر چون بر لب و دندان زدش
- Şeytan “Yiyin” diye bağırır ama o adamın dudağı zehri, boğazına varmadan reddeder.
- پس لبش ردش کند پیش از گلو ** گر چه نعره میزند شیطان کلوا
- Başka biri boğazına varınca anlar, bir başkası yer, bedenini berbat edince anlar.
- و آن دگر را در گلو پیدا کند ** و آن دگر را در بدن رسوا کند
- Zehir; diğer birisinde abdest bozarken yanış yapar; zaman zaman ciğerini delen bir acı peyda eder.
- و آن دگر را در حدث سوزش دهد ** ذوق آن زخم جگر دوزش دهد
- Bir başkasında zehrin eseri; günler, aylar geçtikten sonra görünür. Diğer birisinde ise ölümden ve Sûr üfürüldükten sonra meydana çıkar.
- و آن دگر را بعد ایام و شهور ** و آن دگر را بعد مرگ از قعر گور
- Eğer o kişiye mezarda mühlet verirlerse mutlaka mahşer günü azap ederler. 2590
- ور دهندش مهلت اندر قعر گور ** لا بد آن پیدا شود یوم النشور
- Her otun, her şekerin zamanede bir oluş müddeti vardır.
- هر نبات و شکری را در جهان ** مهلتی پیداست از دور زمان
- Lâlin, güneşin tesiriyle renk, parlaklık ve letafet elde etmesi için yılların geçmesi gerektir.
- سالها باید که اندر آفتاب ** لعل یابد رنگ و رخشانی و تاب
- Alelâde otlar, iki ay içinde yetişir. Fakat kırmızı gül, ancak bir yılda yetişir gül verir.
- باز تره در دو ماه اندر رسد ** باز تا سالی گل احمر رسد
- Yüce ve Ulu Tanrı, bunun için eceli, yani her şeyin müddetini En’am sûresinde anlatmıştır.
- بهر این فرمود حق عز و جل ** سوره الانعام در ذکر اجل
- Bunu duydun ya; her kılın kulak kesilsin... Bu duyduğun âbıhayattır, afiyet olsun! 2595
- این شنیدی مو به مویت گوش باد ** آب حیوان است خوردی نوش باد
- Bu söze söz deme, âbıhayat de. Bu sözü, eski harfler teninde yepyeni bir ruh olarak gör.
- آب حیوان خوان مخوان این را سخن ** روح نو بین در تن حرف کهن
- Arkadaş; başka bir nükte daha duy. Bu nükte can gibi hem apaçık, meydandadır, hem gayet ince ve gizli.
- نکتهی دیگر تو بشنو ای رفیق ** همچو جان او سخت پیدا و دقیق
- Bir yer olur ki bu yılan zehri, Tanrı’nın tasarruflarıyla gayet tatlı ve lezzetli bir hale gelir.
- در مقامی هست هم این زهر مار ** از تصاریف خدایی خوش گوار
- Bir yerde zehirdir, bir yerde ilâç... Bir yerde küfürdü, bir yerde tam lâyık ve yerinde.
- در مقامی زهر و در جایی دوا ** در مقامی کفر و در جایی روا
- Orada cana zarar verir ama burada derman kesilir. 2600
- گر چه آن جا او گزند جان بود ** چون بدین جا در رسد درمان بود
- Su, koruk içinde ekşidir; fakat üzüme gelince tatlılaşır, güzelleşir.
- آب در غوره ترش باشد و لیک ** چون به انگوری رسد شیرین و نیک