English    Türkçe    فارسی   

1
2588-2612

  • Zehir; diğer birisinde abdest bozarken yanış yapar; zaman zaman ciğerini delen bir acı peyda eder.
  • و آن دگر را در حدث سوزش دهد ** ذوق آن زخم جگر دوزش دهد
  • Bir başkasında zehrin eseri; günler, aylar geçtikten sonra görünür. Diğer birisinde ise ölümden ve Sûr üfürüldükten sonra meydana çıkar.
  • و آن دگر را بعد ایام و شهور ** و آن دگر را بعد مرگ از قعر گور
  • Eğer o kişiye mezarda mühlet verirlerse mutlaka mahşer günü azap ederler. 2590
  • ور دهندش مهلت اندر قعر گور ** لا بد آن پیدا شود یوم النشور
  • Her otun, her şekerin zamanede bir oluş müddeti vardır.
  • هر نبات و شکری را در جهان ** مهلتی پیداست از دور زمان‌‌
  • Lâlin, güneşin tesiriyle renk, parlaklık ve letafet elde etmesi için yılların geçmesi gerektir.
  • سالها باید که اندر آفتاب ** لعل یابد رنگ و رخشانی و تاب‌‌
  • Alelâde otlar, iki ay içinde yetişir. Fakat kırmızı gül, ancak bir yılda yetişir gül verir.
  • باز تره در دو ماه اندر رسد ** باز تا سالی گل احمر رسد
  • Yüce ve Ulu Tanrı, bunun için eceli, yani her şeyin müddetini En’am sûresinde anlatmıştır.
  • بهر این فرمود حق عز و جل ** سوره الانعام در ذکر اجل‌‌
  • Bunu duydun ya; her kılın kulak kesilsin... Bu duyduğun âbıhayattır, afiyet olsun! 2595
  • این شنیدی مو به مویت گوش باد ** آب حیوان است خوردی نوش باد
  • Bu söze söz deme, âbıhayat de. Bu sözü, eski harfler teninde yepyeni bir ruh olarak gör.
  • آب حیوان خوان مخوان این را سخن ** روح نو بین در تن حرف کهن‌‌
  • Arkadaş; başka bir nükte daha duy. Bu nükte can gibi hem apaçık, meydandadır, hem gayet ince ve gizli.
  • نکته‌‌ی دیگر تو بشنو ای رفیق ** همچو جان او سخت پیدا و دقیق‌‌
  • Bir yer olur ki bu yılan zehri, Tanrı’nın tasarruflarıyla gayet tatlı ve lezzetli bir hale gelir.
  • در مقامی هست هم این زهر مار ** از تصاریف خدایی خوش گوار
  • Bir yerde zehirdir, bir yerde ilâç... Bir yerde küfürdü, bir yerde tam lâyık ve yerinde.
  • در مقامی زهر و در جایی دوا ** در مقامی کفر و در جایی روا
  • Orada cana zarar verir ama burada derman kesilir. 2600
  • گر چه آن جا او گزند جان بود ** چون بدین جا در رسد درمان بود
  • Su, koruk içinde ekşidir; fakat üzüme gelince tatlılaşır, güzelleşir.
  • آب در غوره ترش باشد و لیک ** چون به انگوری رسد شیرین و نیک‌‌
  • Sonra küpün içine girince acır, haram olur...Sirke olunca ne güzel katıktır!
  • باز در خم او شود تلخ و حرام ** در مقام سرکگی نعم الادام‌‌
  • Müridin, küstahlık ederek kâmil vlî ne yaparsa yapması lâyık değildir. Çünkü helva, hekime ziyan vermez ama hastaya ziyan verir. Soğuk ve kar, olmuş üzüme dokunmaz, fakat koruğa dokunur. Çünkü koruk, daha kemâle gelmemiştir; yoldadır; “ Liyağfire lekellâhu mâ tekaddeme min zenbike ve ma teahhar “ haline gelmemiştir
  • در معنی آن که آن چه ولی کند مرید را نشاید گستاخی کردن و همان فعل کردن که حلوا طبیب را زیان ندارد اما بیمار را زیان دارد و سرما و برف انگور را زیان ندارد اما غوره را زیان دارد که در راهست که ليغفر لک الله ما تقدم من ذنبک و ما تأخر
  • Velî, zehir yese bal olur, fakat talip yese aklı kararır zarara uğrar.
  • گر ولی زهری خورد نوشی شود ** ور خورد طالب سیه هوشی شود
  • Süleyman ”Rabbi hebli” demiş, yani “”Benden başkasına bu saltanatı verme.”
  • رب هب لی از سلیمان آمده ست ** که مده غیر مرا این ملک و دست‌‌
  • Yahut benden başkasına bu lûtufta, bu ihsanda bulunma” diye niyaz etmiştir. Bu hasede benzer ama değildir. 2605
  • تو مکن با غیر من این لطف و جود ** این حسد را ماند اما آن نبود
  • Lâ yenbağı nüktesini candan oku. Benden sonra bu saltanatı kimseye verme sırrını onun nekesliğinden bilme.
  • نکته‌‌ی لا ينبغی می‌‌خوان به جان ** سر من بعدی ز بخل او مدان‌‌
  • Hattâ o, saltanatta yüzlerce zarar ve tehlike gördü. Cihan saltanatı, kıldan kıla, baştanbaşa can kaygısından, baş korkusundan ibarettir.
  • بلکه اندر ملک دید او صد خطر ** مو به مو ملک جهان بد بیم سر
  • Baş korkusuyla can ve din korkusu... Bize bunun gibi bir imtihan daha olamaz.
  • بیم سر با بیم سر با بیم دین ** امتحانی نیست ما را مثل این‌‌
  • Süleyman himmetli birisi gerektir ki bu yüz binlerce renkten, kokudan vazgeçsin.
  • پس سلیمان همتی باید که او ** بگذرد زین صد هزاران رنگ و بو
  • Kuvvet ve kudretiyle beraber o saltanatın dalgası Süleyman’ın bile nefesini tıkıyordu. 2610
  • با چنان قوت که او را بود هم ** موج آن ملکش فرومی‌‌بست دم‌‌
  • Bu keder yüzünden üstüne toz, toprak konunca bütün cihan padişahlarına acıdı da.
  • چون بر او بنشست زین اندوه گرد ** بر همه شاهان عالم رحم کرد
  • Şefaat edip ”Bana verdiğin bu saltanatı, kemal sahibi olanlara da ver.
  • شد شفیع و گفت این ملک و لوا ** با کمالی ده که دادی مر مرا