English    Türkçe    فارسی   

1
2609-2633

  • Süleyman himmetli birisi gerektir ki bu yüz binlerce renkten, kokudan vazgeçsin.
  • پس سلیمان همتی باید که او ** بگذرد زین صد هزاران رنگ و بو
  • Kuvvet ve kudretiyle beraber o saltanatın dalgası Süleyman’ın bile nefesini tıkıyordu. 2610
  • با چنان قوت که او را بود هم ** موج آن ملکش فرومی‌‌بست دم‌‌
  • Bu keder yüzünden üstüne toz, toprak konunca bütün cihan padişahlarına acıdı da.
  • چون بر او بنشست زین اندوه گرد ** بر همه شاهان عالم رحم کرد
  • Şefaat edip ”Bana verdiğin bu saltanatı, kemal sahibi olanlara da ver.
  • شد شفیع و گفت این ملک و لوا ** با کمالی ده که دادی مر مرا
  • Bu saltanatı, kerem edip kime verir, kime bağışlarsan Süleyman odur, o da benim.
  • هر که را بدهی و بکنی آن کرم ** او سلیمان است و آن کس هم منم‌‌
  • O benden sonra kimseye verme hükmüne dahil değildir; benimledir. Hattâ benimle ne demek? O kişi, davasız, nizasız benim” dedi.
  • او نباشد بعدی او باشد معی ** خود معی چه بود منم بی‌‌مدعی‌‌
  • Bunu anlatmak farzdır. Ama biz, yine karıkoca hikâyesine dönüyoruz. 2615
  • شرح این فرض است گفتن لیک من ** باز می‌‌گردم به قصه‌‌ی مرد و زن‌‌
  • Arapla eşine ait hikâyenin sonu
  • مخلص ماجرای عرب و جفت او
  • Bir Muhlis’in (Çelebi Hüsameddin’in) gönlü, o karı ve koca hikâyesinin neticesini istemekte.
  • ماجرای مرد و زن را مخلصی ** باز می‌‌جوید درون مخلصی‌‌
  • Karıkoca hikâyesi, bir masaldan ibaret. Fakat onu nefsinle aklının misali bil.
  • ماجرای مرد و زن افتاد نقل ** آن مثال نفس خود می‌‌دان و عقل‌‌
  • Bu kadınla erkek nefisle akıldır. İyi kişiye de mutlaka lâzımdır, kötü kişiye de.
  • این زن و مردی که نفس است و خرد ** نیک بایسته ست بهر نیک و بد
  • Bu ikisi, toprak yurtta esir ve mahpusturlar. Gece gündüz savaşta macera içinde.
  • وین دو بایسته در این خاکی سرا ** روز و شب در جنگ و اندر ماجرا
  • Kadın durmadan evin ihtiyaçlarını ister, evin şerefini, yani eve lâzım olan ekmeği, yüceliği, hürmeti diler durur. 2620
  • زن همی‌‌خواهد هویج خانگاه ** یعنی آب رو و نان و خوان و جاه‌‌
  • Nefis, kadın gibi her işe bir çare bulmak üzere gâh toprağa döşenir, tevazu gösterir; gâh ululuk diler, yücelir.
  • نفس همچون زن پی چاره‌‌گری ** گاه خاکی گاه جوید سروری‌‌
  • Aklınsa, bu düşüncelerden zaten haberi yoktur. Fikrinde Tanrı gamından başka bir şey yoktur.
  • عقل خود زین فکرها آگاه نیست ** در دماغش جز غم الله نیست‌‌
  • Hikâyenin içyüzü, bu tane ve tuzaktır, nefisle akıl arasındaki maceradır, fakat sen dış yüzünün tamamını dinle.
  • گر چه سر قصه این دانه ست و دام ** صورت قصه شنو اکنون تمام‌‌
  • Eğer yalnız mânaya ait anlatış kifayet etseydi âlem halkı, tamamı ile işten güçten kalır, âlemin nizamı bozulur giderdi.
  • گر بیان معنوی کافی شدی ** خلق عالم عاطل و باطل بدی‌‌
  • Sevgi, düşünce ve mânadan ibaret olsaydı senin oruç ve namazının zâhiri suretleri de kalmaz, yok olurdu. 2625
  • گر محبت فکرت و معنیستی ** صورت روزه و نمازت نیستی‌‌
  • Dostların birbirine armağan sunmaları, dostluğa nazaran ancak görünüşe ait şeylerdir.
  • هدیه‌‌های دوستان با همدیگر ** نیست اندر دوستی الا صور
  • Fakat bu suretle o armağanlar, gönüllerde gizli bulunan sevgilere şahadet eder.
  • تا گواهی داده باشد هدیه‌ها ** بر محبتهای مضمر در خفا
  • Çünkü, ey ulu kişi, zâhiri iyilikler gizli sevgilere şahittir.
  • ز آن که احسانهای ظاهر شاهدند ** بر محبتهای سر ای ارجمند
  • Şahidin de bazen doğrucu, bazen yalancı olur. Sarhoş, bazen şaraptan olur, bazen de ayrandan!
  • شاهدت گه راست باشد گه دروغ ** مست گاهی از می و گاهی ز دوغ‌‌
  • Ayran içen de kendisini sarhoş gösterebilir. Gürültü eder, sarhoş görünür. 2630
  • دوغ خورده مستیی پیدا کند ** های و هوی و سر گرانیها کند
  • O murai de, kendisini muhabbet sarhoşu sansınlar diye oruçlu görünür, namaz kılar.
  • آن مرایی در صیام و در صلاست ** تا گمان آید که او مست ولاست‌‌
  • Surete ait işlerden meydana gelen şey bambaşkadır. Fakat gönülde gizli olan şeye alâmettir.
  • حاصل افعال برونی دیگر است ** تا نشان باشد بر آن چه مضمر است‌‌
  • Ya Rabbi, duamızı kabul et, bize bu temyizi ver de o eğri, yalancı alâmeti,doğrusundan ayırt edelim.
  • یا رب آن تمییز ده ما را به خواست ** تا شناسیم آن نشان کژ ز راست‌‌