- Dostların birbirine armağan sunmaları, dostluğa nazaran ancak görünüşe ait şeylerdir.
- هدیههای دوستان با همدیگر ** نیست اندر دوستی الا صور
- Fakat bu suretle o armağanlar, gönüllerde gizli bulunan sevgilere şahadet eder.
- تا گواهی داده باشد هدیهها ** بر محبتهای مضمر در خفا
- Çünkü, ey ulu kişi, zâhiri iyilikler gizli sevgilere şahittir.
- ز آن که احسانهای ظاهر شاهدند ** بر محبتهای سر ای ارجمند
- Şahidin de bazen doğrucu, bazen yalancı olur. Sarhoş, bazen şaraptan olur, bazen de ayrandan!
- شاهدت گه راست باشد گه دروغ ** مست گاهی از می و گاهی ز دوغ
- Ayran içen de kendisini sarhoş gösterebilir. Gürültü eder, sarhoş görünür. 2630
- دوغ خورده مستیی پیدا کند ** های و هوی و سر گرانیها کند
- O murai de, kendisini muhabbet sarhoşu sansınlar diye oruçlu görünür, namaz kılar.
- آن مرایی در صیام و در صلاست ** تا گمان آید که او مست ولاست
- Surete ait işlerden meydana gelen şey bambaşkadır. Fakat gönülde gizli olan şeye alâmettir.
- حاصل افعال برونی دیگر است ** تا نشان باشد بر آن چه مضمر است
- Ya Rabbi, duamızı kabul et, bize bu temyizi ver de o eğri, yalancı alâmeti,doğrusundan ayırt edelim.
- یا رب آن تمییز ده ما را به خواست ** تا شناسیم آن نشان کژ ز راست
- Hiç, bu temyize nasıl malik olur? Tanrı nuru ile bakar, görürse o zaman bu temyizi elde eder.
- حس را تمییز دانی چون شود ** آن که حس ینظر بنور الله بود
- Eser olmasa bile sebep onu meydana çıkarır. Akrabalık gibi...Akrabalık sevgiyi bildirir. 2635
- ور اثر نبود سبب هم مظهر است ** همچو خویشی کز محبت مخبر است
- Fakat imam ve muktedası Tanrı nuru olan kişi, ne eserlere kul olur ne sebeplere.
- نبود آن که نور حقش شد امام ** مر اثر را یا سببها را غلام
- Sevgi gönülde şûlelendikçe büyür, nihayet sevgi sahibi, eserden kurtulur.
- یا محبت در درون شعله زند ** زفت گردد وز اثر فارغ کند
- Sevgisini bildirmeye ihtiyacı yoktur. Çünkü sevgi nurunu bütün kâinata yaymıştır.
- حاجتش نبود پی اعلام مهر ** چون محبت نور خود زد بر سپهر
- Bu sözün tamamlanması için hayli tafsilât var ama sen ara.
- هست تفصیلات تا گردد تمام ** این سخن لیکن بجو تو و السلام
- Gerçi mâna, bu suretten zâhir olmaktadır ama bir cihetten mânaya yakındır, bir bakımdan mânaya uzak! 2640
- گر چه شد معنی در این صورت پدید ** صورت از معنی قریب است و بعید
- Delâlet hususunda mâna ile suret, su ile ağaç gibidir. Mahiyetlerine bakarsan birbirlerinden tamamı ile uzaktırlar.
- در دلالت همچو آباند و درخت ** چون به ماهیت روی دورند سخت
- Sen mahiyetleri de bırak, hasasları da. O iki rızık arayan karıkocanın ahvalini anlat.
- ترک ماهیات و خاصیات گو ** شرح کن احوال آن دو ماهرو
- O Arabın, karısının dileğine uyması ve “ Bu inkıyatta bir hilem var, ne de imtihan yoluyla yapıyorum “ diye yemin etmesi
- دل نهادن عرب بر التماس دل بر خویش و سوگند خوردن که در این تسلیم مرا حیلتی و امتحانی نیست
- Arap dedi ki: “Ayrılıktan vazgeçtim. Hüküm senin… Kılıcı kından çek, emret.
- مرد گفت اکنون گذشتم از خلاف ** حکم داری تیغ بر کش از غلاف
- Ne dersen ben sana tâbiim; emrin, ister iyi olsun, ister kötü... ona bakmam.
- هر چه گویی من ترا فرمانبرم ** در بد و نیک آمد آن ننگرم
- Senin uğruna feda olayım; çünkü seni seviyorum. Sevgi; insanı kör eder, sağır yapar.” 2645
- در وجود تو شوم من منعدم ** چون محبم حب یعمی و یصم
- Kadın “Sahiden beni seviyor musun, yoksa hile ile sırrımı öğrenmek mi istiyorsun?” dedi.
- گفت زن آهنگ برم میکنی ** یا به حیلت کشف سرم میکنی
- Erkek dedi ki: “Gizli sırları bilen ve Âdem Safi’yi yaratan Tanrı hakkı için (Seni seviyorum).
- گفت و الله عالم السر الخفی ** کافرید از خاک آدم را صفی
- Tanrı, Âdem’e üç arşın bir boy verdiği halde ruhlarda, levhlerde ne varsa hepsini gösterdi.
- در سه گز قالب که دادش وا نمود ** هر چه در الواح و در ارواح بود
- Tanrı, ona ezelden ebede kadar ne varsa ve ne olacaksa, önceden ve “Allemelesmâ” sından ders verdi, öğretti.
- تا ابد هر چه بود او پیش پیش ** درس کرد از علم الاسماء خویش
- Bu suretle melekler, onun ders vermesine hayran oldular, kendilerinden geçtiler. Onun takdisiyle başka bir mukaddesliğe eriştiler. 2650
- تا ملک بیخود شد از تدریس او ** قدس دیگر یافت از تقدیس او