- Gökten yaratıldığımız halde yeryüzüne bu alâkamız nedir?
- کاین تعلق چیست با این خاکمان ** چون سرشت ما بده ست از آسمان
- Biz nurlarız, karanlıklarla ülfetimiz neden? Nur zulmetlerle yaşayabilir mi?
- الف ما انوار با ظلمات چیست ** چون تواند نور با ظلمات زیست
- Ey Âdem! O ülfet, senin kokundanmış. Çünkü cisminin nesci yeryüzü.
- آدما آن الف از بوی تو بود ** ز آن که جسمت را زمین بد تار و پود
- Topraktan olan cismini yeryüzünde dokudular; pak nurunu burada buldular.
- جسم خاکت را از اینجا بافتند ** نور پاکت را در اینجا یافتند
- Şimdi canımızın ruhundan bulduğu ülfet, bundan önce cisminin yoğrulduğu topraktan parlıyordu. 2665
- این که جان ما ز روحت یافته ست ** پیش پیش از خاک آن میتافته ست
- Yeryüzündeydik ama yerden gafildik, orada gömülü olan defineden haberimiz yoktu.
- در زمین بودیم و غافل از زمین ** غافل از گنجی که در وی بد دفین
- Tanrı da bize oradan göklere sefer etmeyi emredince, bu yurt değiştirme, acı geldi.
- چون سفر فرمود ما را ز آن مقام ** تلخ شد ما را از آن تحویل کام
- O yüzden Tanrı’ya deliller getirerek “Ey Tanrı! Bizim yerimize kim gelecek?
- تا که حجتها همیگفتیم ما ** که بجای ما کی آید ای خدا
- Bu tesbih ve tehlinin nurunu, dedikoduya satıyorsun” dedik.
- نور این تسبیح و این تهلیل را ** میفروشی بهر قال و قیل را
- Tanrı hükmü, bize rahmet yaygısını döşedi:”Açıkça istediğinizi söyleyin. 2670
- حکم حق گسترد بهر ما بساط ** که بگویید از طریق انبساط
- Tek evlâtların babalarına söyledikleri gibi ağzınıza ne gelirse çekinmeden deyin.
- هر چه آید بر زبانتان بیحذر ** همچو طفلان یگانه با پدر
- Çünkü bu sözler, yaraşmasa bile rahmetim, gazabımdan artıktır.
- ز آن که این دمها چه گر نالایق است ** رحمت من بر غضب هم سابق است
- Ey melek! Bunu meydana çıkarmak için gönlünüze şüpheler salmaktayım;
- از پی اظهار این سبق ای ملک ** در تو بنهم داعیهی اشکال و شک
- Sen söyleyesin; ben darılmayayım, gazaplanmayayım. Bu suretle de benim hilmimi inkâr eden ağız açamasın.
- تا بگویی و نگیرم بر تو من ** منکر حلمم نیارد دم زدن
- Her nefeste bizim hilmimizden yüzlerce baba yüzlerce ana doğar, yokluğa dalıp mahvolur. 2675
- صد پدر صد مادر اندر حلم ما ** هر نفس زاید در افتد در فنا
- O babaların, o anaların hilmi, şefkati, bizim hilim ve şefkat denizimizin köpüğüdür. Köpük gider gelir ama deniz bâkidir dedi.”
- حلم ایشان کف بحر حلم ماست ** کف رود آید ولی دریا به جاست
- Hayır, ne dedim? O inciye karşı bu sedef, köpük değil, köpüğünün köpüğüdür.
- خود چه گویم پیش آن در این صدف ** نیست الا کف کف کف کف
- İşte o köpük hakkı için, o sâf deniz hakkı için bu söz bir sınama, bir lâf değil.
- حق آن کف حق آن دریای صاف ** که امتحانی نیست این گفت و نه لاف
- Sevgiden, vefadan, boyun büküp teslim olmadan ileri gelmiştir. Huzuruna varacağım Tanrı hakkı için.
- از سر مهر و صفاء است و خضوع ** حق آن کس که بدو دارم رجوع
- Bu hevesim, sence sınamadan ibaretse bu sınamamı sına. 2680
- گر به پیشت امتحان است این هوس ** امتحان را امتحان کن یک نفس
- Sırrını saklama ki sırrım meydana çıksın. Elimden geleni; gücümün yettiğini buyur!
- سر مپوشان تا پدید آید سرم ** امر کن تو هر چه بر وی قادرم
- Gönlündekini benden gizleme de benim gönlümdeki de ortaya çıksın bu suretle ne yapabileceksem kabul edeyim.
- دل مپوشان تا پدید آید دلم ** تا قبول آرم هر آن چه قابلم
- Fakat nasıl edeyim; elimde ne çare var? Bir bak hele, canım ne işe yarar ki?
- چون کنم در دست من چه چاره است ** در نگر تا جان من چه کاره است
- Kadının kocasına rızık isteme yolunu göstermesi, onun da kabul etmesi
- تعیین کردن زن طریق طلب روزی کدخدای خود را و قبول کردن او
- Kadın dedi ki:”Bir güneş doğmuş, bütün cihan ondan aydınlanmıştır.
- گفت زن یک آفتابی تافته ست ** عالمی زو روشنایی یافته ست
- O Tanrı vekili, Tanrı halifesidir. Bağdat şehri, onun yüzünden bahar gibidir. 2685
- نایب رحمان خلیفهی کردگار ** شهر بغداد است از وی چون بهار