- Her iki çeşit arı, bir yerden yedi. Fakat bundan zehir hâsıl oldu, ondan bal.
- هر دو گون زنبور خوردند از محل ** لیک شد ز ان نیش و زین دیگر عسل
- Her iki çeşit geyik otladı, su içti. Birinden fışkı zuhur etti, öbüründen halis misk.
- هر دو گون آهو گیا خوردند و آب ** زین یکی سرگین شد و ز ان مشک ناب
- Her iki kamış da bir sulaktan su içti. Biri bomboş öbürü şekerle dopdolu. 270
- هر دو نی خوردند از یک آب خور ** این یکی خالی و آن پر از شکر
- Böyle yüzbinlerce birbirine benzer şeyler var, aralarında bulunan yetmiş yıllık farkı sen gör!
- صد هزاران این چنین اشباه بین ** فرقشان هفتاد ساله راه بین
- Bu, yer; ondan pislik çıkar... o, yer; kâmilen Tanrı nuru olur.
- این خورد گردد پلیدی زو جدا ** آن خورد گردد همه نور خدا
- Bu, yer; ondan tamamı ile hasislik ve haset zuhur eder... o, yer; ondan tamamı ile Tek Tanrı’nın nuru husule gelir.
- این خورد زاید همه بخل و حسد ** و آن خورد زاید همه نور احد
- Bu temiz yerdir, o çorak ve pis yer. Bu temiz melektir o şeytan ve canavar!
- این زمین پاک و ان شوره ست و بد ** این فرشتهی پاک و ان دیو است و دد
- Her iki suretin birbirine benzemesi caizdir, acı su da, tatlı su da berraktır. 275
- هر دو صورت گر بهم ماند رواست ** آب تلخ و آب شیرین را صفاست
- Zevk sahibinden başka kim anlayabilir? Onu bul! Tatlı su ile acı suyun farkını işte o anlar.
- جز که صاحب ذوق کی شناسد بیاب ** او شناسد آب خوش از شوره آب
- (Zevk sahibi olmayan) sihri, mucizeyle mukayese ederek her ikisinin de esası hiledir sanır.
- سحر را با معجزه کرده قیاس ** هر دو را بر مکر پندارد اساس
- Mûsâ ile savaşan sihirbazlar, inatlarından ellerine onun asâsı gibi asâ aldılar.
- ساحران موسی از استیزه را ** بر گرفته چون عصای او عصا
- Bu asâ ile o asâ arasında çok fark var, bu işle o işin arasında pek büyük bir yol var.
- زین عصا تا آن عصا فرقی است ژرف ** زین عمل تا آن عمل راهی شگرف
- Bu işin ardında Tanrı lâneti var, o işe karşılık da vade vefa olarak Tanrı rahmeti var. 280
- لعنة الله این عمل را در قفا ** رحمه الله آن عمل را در وفا
- Kâfirler inatlaşmada maymun tabiatlıdırlar. Tabiat, içte, gönülde bir afettir.
- کافران اندر مری بوزینه طبع ** آفتی آمد درون سینه طبع
- İnsan ne yaparsa maymunda yapar; maymun her zaman insandan gördüğünü yapıp durur.
- هر چه مردم میکند بوزینه هم ** آن کند کز مرد بیند دمبهدم
- O, “Bende onun gibi yaptım” sanır. O inatçı mahlûk aradaki farkı nereden bilecek?
- او گمان برده که من کژدم چو او ** فرق را کی داند آن استیزه رو
- Bu emirden dolayı yapar, o, inat ve savaş için. İnatçı kişilerin başlarına toprak saç!
- این کند از امر و او بهر ستیز ** بر سر استیزه رویان خاک ریز
- O münafık; muvafıkla beraber, inat ve taklide uyup namaza durur; niyaz ve tazarru için değil. 285
- آن منافق با موافق در نماز ** از پی استیزه آید نی نیاز
- Müminler; namazda, oruçta, hacda, zekâtta münafıkla kazanıp kaybetmektedirler.
- در نماز و روزه و حج و زکات ** با منافق مومنان در برد و مات
- Müminler için nihayet kazanç vardır, münafığa da ahirette mat olma.
- مومنان را برد باشد عاقبت ** بر منافق مات اندر آخرت
- İkisi de bir oyun başındaysa da birbirlerine nispetle aralarında ne kadar fark var; biri Merv’li öbürü Rey’li!
- گر چه هر دو بر سر یک بازیاند ** هر دو با هم مروزی و رازیاند
- Her biri, kendi makamına gider, her biri kendi adına uygun olarak yürür.
- هر یکی سوی مقام خود رود ** هر یکی بر وفق نام خود رود
- Onu mümin diye çağırırlar, ruhu hoşlanır. Münafık derlerse sertleşir, ateş kesilir. 290
- مومنش خوانند جانش خوش شود ** ور منافق تیز و پر آتش شود
- Onun adı, zatı yüzünden sevgilidir. Bunun adının sevilmemesi, afetleri yüzünden, nifakla sıfatlanmış olan zatından dolayıdır.
- نام او محبوب از ذات وی است ** نام این مبغوض از آفات وی است
- Mim, vav, mim ve nun harflerinde bir yücelik yoktur. Mümin sözü ancak tarif içindir.
- میم و واو و میم و نون تشریف نیست ** لفظ مومن جز پی تعریف نیست