- Arap, kimin böyle bir hediyesi var? Hakikaten bu armağan, öyle bir padişaha lâyık diye gururlanmaktaydı. 2715
- ریش او پر باد کاین هدیه کراست ** لایق چون او شهی این است راست
- Kadın da bilmiyordu ki, orada yol üzerinde şeker gibi Dicle akıp durmakta.
- زن نمیدانست کانجا بر گذر ** هست جاری دجلهی همچون شکر
- Şehrin ortasından gemilerle, balık ağlarıyla dolu, deniz gibi akıp gitmekte.
- در میان شهر چون دریا روان ** پر ز کشتیها و شست ماهیان
- Padişahın huzuruna var da şevketi, azameti gör; altından nehirler akan bahçeler diye övülen yerlere bak!
- رو بر سلطان و کار و بار بین ** حس تجری تحتها الأنهار بین
- O saffet denizine nispetle bizim, anlayışlarımız bir katradan ibarettir.
- این چنین حسها و ادراکات ما ** قطرهای باشد در آن نهر صفا
- Arabın su testisini keçeye sarıp dikmesi ve ağzını kapatması
- در نمد دوختن زن عرب سبوی آب باران را و مهر نهادن بر وی از غایت اعتقاد عرب
- Arap, evet, dedi. Testinin ağzını kapa, hakikaten armağan, bize faydalı. 2720
- مرد گفت آری سبو را سر ببند ** هین که این هدیه ست ما را سودمند
- Keçeye sar, sarmala. Padişah, orucunu armağanla açsın.
- در نمد در دوز تو این کوزه را ** تا گشاید شه به هدیه روزه را
- Çünkü dünyada bunun gibi su yoktur. Bu halis şarap, zevk ve sefa kaynağı!
- کاین چنین اندر همه آفاق نیست ** جز رحیق و مایهی اذواق نیست
- Çünkü onlar acı tuzlu suları içmekten daima hastadırlar, yarı kör olmuşlardır.
- ز آن که ایشان ز آبهای تلخ و شور ** دایما پر علتاند و نیم کور
- Durağı, yatağı acı subaşı olan kuş; sâf berrak suyu ne bilsin?
- مرغ کآب شور باشد مسکنش ** او چه داند جای آب روشنش
- Yurdun acı su kaynağı; Şatt’ı, Ceyhun’u nereden bileceksin? 2725
- ای که اندر چشمهی شورست جان ** تو چه دانی شط و جیحون و فرات
- Ey şu fâni konaktan kurtulmayan! Sen yokluğu, sarhoşluğu ve neşeyi ne bilirsin ki!
- ای تو نارسته از این فانی رباط ** تو چه دانی محو و سکر و انبساط
- Bilsen bile babandan, atandan nakil ve rivayet yoluyla bilirsin. Senin yanında bu adlar ebced gibidir.
- ور بدانی نقلت از اب وز جد است ** پیش تو این نامها چون ابجد است
- Ebced, hevvez. Bunlar, bütün çocuklara apaçık ve meydandadır, fakat mânası yok.
- ابجد و هوز چه فاش است و پدید ** بر همه طفلان و معنی بس بعید
- Hulâsa, Arap testiyi alıp yola düştü. Gece, gündüz onu taşımaktaydı.
- پس سبو برداشت آن مرد عرب ** در سفر شد میکشیدش روز و شب
- Testiye bir ziyan gelecek diye korkusundan titreyerek çölden ta... şehre kadar götürdü. 2730
- بر سبو لرزان بد از آفات دهر ** هم کشیدش از بیابان تا به شهر
- Kadın da evde seccadesini yaymış, namaz kılıp dua etmekte;
- زن مصلا باز کرده از نیاز ** رب سلم ورد کرده در نماز
- “Suyumuzu, bayağı kişilerden koru...Ya Rabbi, bu inciyi o denize ulaştır.
- که نگه دار آب ما را از خسان ** یا رب آن گوهر بدان دریا رسان
- Her ne kadar kocam uyanıktır, hünerlidir ama incinin binlerce düşmanı olur.
- گر چه شویم آگه است و پر فن است ** لیک گوهر را هزاران دشمن است
- Cevher dediğin de nedir ki... Bu su Kevser suyudur. İncinin aslı, bunun bir katrasıdır” diyordu.
- خود چه باشد گوهر آب کوثر است ** قطرهای زین است کاصل گوهر است
- Kadının ağlayıp yalvarması; erkeğin derdi ve ağır yükü bereketiyle, 2735
- از دعاهای زن و زاری او ** وز غم مرد و گرانباری او
- Arap, testiyi hırsızlara kaptırmadan, taşla kırdırmadan durup dinlenmeksizin ta Hilâfet Şehrine kadar götürdü.
- سالم از دزدان و از آسیب سنگ ** برد تا دار الخلافه بیدرنگ
- Orada bir tapu gördü ki nimetlerle dolu. Haceti olanlar oraya tuzaklarını yaymışlar?
- دید درگاهی پر از انعامها ** اهل حاجت گستریده دامها
- Zaman, zaman her tarafta bir haceti olan o tapudan ihsana nail olmuş, hil’atler elde etmiş.
- دم به دم هر سوی صاحب حاجتی ** یافته ز آن در عطا و خلعتی
- O kapı; kâfire, Müslüman’a, güzele, çirkine güneş gibi… Hattâ cennet gibi.
- بهر گبر و مومن و زیبا و زشت ** همچو خورشید و مطر نی چون بهشت