English    Türkçe    فارسی   

1
2726-2750

  • Ey şu fâni konaktan kurtulmayan! Sen yokluğu, sarhoşluğu ve neşeyi ne bilirsin ki!
  • ای تو نارسته از این فانی رباط ** تو چه دانی محو و سکر و انبساط
  • Bilsen bile babandan, atandan nakil ve rivayet yoluyla bilirsin. Senin yanında bu adlar ebced gibidir.
  • ور بدانی نقلت از اب وز جد است ** پیش تو این نامها چون ابجد است‌‌
  • Ebced, hevvez. Bunlar, bütün çocuklara apaçık ve meydandadır, fakat mânası yok.
  • ابجد و هوز چه فاش است و پدید ** بر همه طفلان و معنی بس بعید
  • Hulâsa, Arap testiyi alıp yola düştü. Gece, gündüz onu taşımaktaydı.
  • پس سبو برداشت آن مرد عرب ** در سفر شد می‌‌کشیدش روز و شب‌‌
  • Testiye bir ziyan gelecek diye korkusundan titreyerek çölden ta... şehre kadar götürdü. 2730
  • بر سبو لرزان بد از آفات دهر ** هم کشیدش از بیابان تا به شهر
  • Kadın da evde seccadesini yaymış, namaz kılıp dua etmekte;
  • زن مصلا باز کرده از نیاز ** رب سلم ورد کرده در نماز
  • “Suyumuzu, bayağı kişilerden koru...Ya Rabbi, bu inciyi o denize ulaştır.
  • که نگه دار آب ما را از خسان ** یا رب آن گوهر بدان دریا رسان‌‌
  • Her ne kadar kocam uyanıktır, hünerlidir ama incinin binlerce düşmanı olur.
  • گر چه شویم آگه است و پر فن است ** لیک گوهر را هزاران دشمن است‌‌
  • Cevher dediğin de nedir ki... Bu su Kevser suyudur. İncinin aslı, bunun bir katrasıdır” diyordu.
  • خود چه باشد گوهر آب کوثر است ** قطره‌‌ای زین است کاصل گوهر است‌‌
  • Kadının ağlayıp yalvarması; erkeğin derdi ve ağır yükü bereketiyle, 2735
  • از دعاهای زن و زاری او ** وز غم مرد و گرانباری او
  • Arap, testiyi hırsızlara kaptırmadan, taşla kırdırmadan durup dinlenmeksizin ta Hilâfet Şehrine kadar götürdü.
  • سالم از دزدان و از آسیب سنگ ** برد تا دار الخلافه بی‌‌درنگ‌‌
  • Orada bir tapu gördü ki nimetlerle dolu. Haceti olanlar oraya tuzaklarını yaymışlar?
  • دید درگاهی پر از انعامها ** اهل حاجت گستریده دامها
  • Zaman, zaman her tarafta bir haceti olan o tapudan ihsana nail olmuş, hil’atler elde etmiş.
  • دم به دم هر سوی صاحب حاجتی ** یافته ز آن در عطا و خلعتی‌‌
  • O kapı; kâfire, Müslüman’a, güzele, çirkine güneş gibi… Hattâ cennet gibi.
  • بهر گبر و مومن و زیبا و زشت ** همچو خورشید و مطر نی چون بهشت‌‌
  • Bir bölük halk gördü, huzurda bezenmiş duruyor. Bir bölük halk gördü ayakta, hizmet bekliyor. 2740
  • دید قومی در نظر آراسته ** قوم دیگر منتظر برخاسته‌‌
  • Süleyman’dan karıncaya kadar herkes, neşe içinde... Hepsi Sûr üfürülmüş te dirilmiş canlar gibi.
  • خاص و عامه از سلیمان تا به مور ** زنده گشته چون جهان از نفخ صور
  • Görünüşe aldananlar, cevherlere gark olmuşlar... İç yüzüne ehemmiyet verenler, mâna denizini bulmuşlar.
  • اهل صورت در جواهر بافته ** اهل معنی بحر معنی یافته‌‌
  • Himmetsizler, himmete erişmiş... Himmet sahipleri nimete erişmiş!
  • آن که بی‌‌همت چه با همت شده ** و آن که با همت چه با نعمت شده‌‌
  • Yoksul, nasıl ihsana ve ihsan sahibine âşıksa ihsan sahibi de yoksula âşıktır. Yoksulun sabrı çoksa ihsan sahibi onun kapısına gelir. İhsan sahibinin sabrı fazlaysa yoksul, onun kapısına varır. Fakat yoksulun sabrı, kemalidir, ihsan sahibinin sabrı ise noksanı
  • در بیان آن که چنان که گدا عاشق کرم است و عاشق کریم، کرم کریم هم عاشق گداست اگر گدا را صبر بیش بود کریم بر در او آید و اگر کریم را صبر بیش بود گدا بر در او آید اما صبر گدا کمال گداست و صبر کریم نقصان اوست‌‌
  • Kapıdan ses gelmekteydi: Ey istekli, gel! Cömertlik, yoksul gibi, yoksullara muhtaçtır.
  • بانگ می‌‌آمد که ای طالب بیا ** جود محتاج گدایان چون گدا
  • Cilalı ve tozsuz ayna arayan güzeller gibi cömertlik de yoksul ve zayıf kişileri arar. 2745
  • جود می‌‌جوید گدایان و ضعاف ** همچو خوبان کاینه جویند صاف‌‌
  • Güzellerin yüzü ayna ile güzelleşir. Onlar aynaya bakıp bezenirler. İhsan ve keremin yüzü de yoksula bakmakla görünür.
  • روی خوبان ز آینه زیبا شود ** روی احسان از گدا پیدا شود
  • Bundan dolayı Hak “Vedduhâ” sûresinde “ Ey Muhammed, yoksula bağırma” buyurdu.
  • پس از این فرمود حق در و الضحی ** بانگ کم زن ای محمد بر گدا
  • Mademki yoksul, cömertliğin aynasıdır, iyi bil ki ağızdan çıkan nefes aynayı buğulandırır.
  • چون گدا آیینه‌‌ی جود است هان ** دم بود بر روی آیینه زیان‌‌
  • Tanrı’nın bir çeşit cömertliği, yoksulları meydana çıkarır, bir başka cömertliği de onlara bol bol ihsanda bulunur.
  • آن یکی جودش گدا آرد پدید ** و آن دگر بخشد گدایان را مزید
  • Şu halde yoksullar, Tanrı cömertliği aynalarıdır. Hak ile Hak olan ve varlıktan tamamı ile geçen hakikî yoksullarsa mutlak nur olmuşlardır. 2750
  • پس گدایان آیت جود حق‌‌اند ** و آن که با حقند جود مطلق‌‌اند