English    Türkçe    فارسی   

1
2764-2788

  • Hele ölmüş, çürümüş, hayallere dalmış kör bir kuş olursa...
  • خاصه مرغی مرده‌‌ای پوسیده‌‌ای ** پر خیالی اعمیی بی‌‌دیده‌‌ای‌‌
  • Balık resmine ister deniz olmuş, ister toprak. Kara yüzlüye ha sabun, ha kara boya! 2765
  • نقش ماهی را چه دریا و چه خاک ** رنگ هندو را چه صابون و چه زاک‌‌
  • Kâğıda gamlı bir adam resmi yaparsan o resmin ne gamla alışverişi vardır, ne neşeyle.
  • نقش اگر غمگین نگاری بر ورق ** او ندارد از غم و شادی سبق‌‌
  • Resim, görünüşte gamlıdır ama, kendisi gamla alâkasızdır. Görünüşte gülen bir resmin de neşeyle münasebeti yoktur.
  • صورتش غمگین و او فارغ از آن ** صورتش خندان و او ز آن بی‌‌نشان‌‌
  • Gönülde bir haletten başka bir şey olmayan bu dünya gamı bu dünya neşesi; hakiki neşeye hakiki gama nispetle resimden ibarettir.
  • وین غم و شادی که اندر دل خفی است ** پیش آن شادی و غم جز نقش نیست‌‌
  • Resmin mütebessim bir surette olması senin içindir ki, o resim sayesinde mânanın doğrulur.
  • صورت خندان نقش از بهر تست ** تا از آن صورت شود معنی درست‌‌
  • Bu hamamlardaki resimler camekânın dışından bakılırsa elbiseler gibidir; cansız, hareketsiz durup durmaktadırlar. 2770
  • نقشهایی کاندر این حمامهاست ** از برون جامه کن چون جامهاست‌‌
  • Sen, ancak dışardan elbiseleri görürsün. Elbiseni çıkar, soyun da bir içeriye gir arkadaş!
  • تا برونی جامه‌‌ها بینی و بس ** جامه بیرون کن در آ ای هم نفس‌‌
  • Çünkü elbiseyle içeriye yol yoktur. Ten elbiseden, elbise de tenden haberdar değildir.
  • ز آن که با جامه درون سو راه نیست ** تن ز جان جامه ز تن آگاه نیست‌‌
  • Halife adamlarının bedeviyi ağırlamak üzere karşılamaları ve armağanını kabul etmeleri
  • پیش آمدن نقیبان و دربانان خلیفه از بهر اکرام اعرابی و پذیرفتن هدیه‌‌ی او را
  • O bedevi Arap uzak çöllerden Hilâfet Şehrinin kapısına vardı.
  • آن عرابی از بیابان بعید ** بر در دار الخلافه چون رسید
  • Kapıcılar, bedeviyi karşılayıp üstüne lûtuf gülsuyunu serptiler.
  • پس نقیبان پیش او باز آمدند ** بس گلاب لطف بر جیبش زدند
  • Bedevi söylemeden ihtiyacını, dileğini anladılar. Zaten onların işi istetmeden ihsan etmekti. 2775
  • حاجت او فهمشان شد بی‌‌مقال ** کار ایشان بد عطا پیش از سؤال‌‌
  • Ona “Ey Arab’ın en asili, en yücesi! Hangi diyardansın, yolla, yol yorgunluğuyla nasılsın?” dediler.
  • پس بدو گفتند یا وجه العرب ** از کجایی چونی از راه و تعب‌‌
  • Bedevi dedi ki: “Eğer bana yüz verirseniz asîlim, yüceyim. Fakat ardınıza atar mühimsemezseniz ne asaletim var ne yüzüm!
  • گفت وجهم گر مرا وجهی دهید ** بی‌‌وجوهم چون پس پشتم نهید
  • Ey yüzlerinde ululuk nişanesi olanlar, ey şevketleri Câferi altından daha hoş kişiler!
  • ای که در روتان نشان مهتری ** فرتان خوشتر ز زر جعفری‌‌
  • Sizi bir kerecik görmek, sizinle bir kerecik buluşmak, yüzlerce kişileri görmeye, yüzlerce güzellerle buluşmaya bedeldir. Sizi görmek için mal, mülk, servet... hepsi feda olsun!
  • ای که یک دیدارتان دیدارها ** ای نثار دینتان دینارها
  • Ey Tanrı nuruyla bakanlar, bu dereceye erişmiş olanlar, padişahlar padişahının ahlâkıyla ahlâklanmış kişiler! 2780
  • ای همه ینظر بنور الله شده ** از بر حق بهر بخشش آمده‌‌
  • Kimya gibi olan bakışı nızla bakıra benzer insanlara bakar, onları altın haline getirirsiniz.
  • تا زنید آن کیمیاهای نظر ** بر سر مسهای اشخاص بشر
  • Ben garibim, padişahın lûtfunu umarak çöllerden geldim.
  • من غریبم از بیابان آمدم ** بر امید لطف سلطان آمدم‌‌
  • Onun lûtfunun kokusu çölleri tuttu, kum zerrelerini kapladı, o zerreler bile lûtfiyle canlandı.
  • بوی لطف او بیابانها گرفت ** ذره‌‌های ریگ هم جانها گرفت‌‌
  • Buralara kadar paraya kavuşmak için gelmiştim, fakat ulaşınca sizin yüzünüzden sarhoş oldum.
  • تا بدین جا بهر دینار آمدم ** چون رسیدم مست دیدار آمدم‌‌
  • Birisi, ekmek almak için ekmekçi dükkânına koştu, fakat ekmekçinin güzelliğini görünce canını verdi. 2785
  • بهر نان شخصی سوی نانوا دوید ** داد جان چون حسن نانوا را بدید
  • Birisi, gezip eğlenmek üzere gül bahçesine gitti, bahçıvanın yüzü teferrüç yeri oldu.
  • بهر فرجه شد یکی تا گلستان ** فرجه‌‌ی او شد جمال باغبان‌‌
  • Kuyudan su çekerken Yusuf’un yüzünden âbıhayat içen bedevi gibi...
  • همچو اعرابی که آب از چه کشید ** آب حیوان از رخ یوسف چشید
  • Mûsâ ateş elde etmek için gitti, öyle bir ateş gördü ki ateşten vazgeçti.
  • رفت موسی کاتش آرد او به دست ** آتشی دید او که از آتش برست‌‌