- Peygamber, Ali’ye dedi ki: “ Ey Ali! Tanrı aslanısın, kuvvetlisin, korkmazsın, yüreklisin.
- گفت پیغمبر علی را کای علی ** شیر حقی پهلوانی پر دلی
- Fakat aslanlığına dayanma, güvenme. Ümit ağacının gölgesine sığın! 2960
- لیک بر شیری مکن هم اعتماد ** اندر آ در سایهی نخل امید
- Hiç kimsenin rivayetlerle, masallarla yoldan ayıramayacağı akıllı bir kişinin gölgesine gir.
- اندر آ در سایهی آن عاقلی ** کش نداند برد از ره ناقلی
- Yeryüzünde onun gölgesi Kafdağı gibidir, ruhu da Simurg gibi çok yükseklerde uçmakta, yücelerde dolaşmakta.
- ظل او اندر زمین چون کوه قاف ** روح او سیمرغ بس عالی طواف
- Kıyamete kadar onu övsem, söylesem tükenmez. Bu övüşe bir kesim, bir son arama.
- گر بگویم تا قیامت نعت او ** هیچ آن را مقطع و غایت مجو
- Güneş, insan suretiyle yüzünü örtmüştür, insan suretinde gizlenmiştir; artık sen anlayıver. Doğrusunu Tanrı daha iyi bilir.
- در بشر رو پوش کرده ست آفتاب ** فهم کن و الله اعلم بالصواب
- Ya Ali! Sen, Tanrı yolundakini bütün ibadetler içinde Tanrıya ulaşmış kişinin gölgesine sığınmayı seç. 2965
- یا علی از جملهی طاعات راه ** بر گزین تو سایهی خاص اله
- Herkes bir çeşit ibadete sarıldı, kendisi için bir türlü kurtulma çaresine yapıştı.
- هر کسی در طاعتی بگریختند ** خویشتن را مخلصی انگیختند
- Sen, akıllı bir kişinin gölgesine kaç ki gizli gizli savaşan düşmandan kurtulasın.
- تو برو در سایهی عاقل گریز ** تا رهی ز آن دشمن پنهٱن ستیز
- Bu, senin için bütün ibadetlerden daha iyidir. Bu suretle yolda ilerlemiş olanların hepsini geçer, hepsinden ileri olursun.
- از همه طاعات اینت بهتر است ** سبق یابی بر هر آن سابق که هست
- Bir Pîr ele geçirdin mi hemen teslim ol; Mûsâ gibi Hızır’ın hükmüne girip yürü.
- چون گرفتت پیر هین تسلیم شو ** همچو موسی زیر حکم خضر رو
- Ey münafıklık nedir, bilmeyen! Hızır’ın yaptığı işlere sabret ki Hızır” Haydi git, ayrılık geldi” demesin. 2970
- صبر کن بر کار خضری بینفاق ** تا نگوید خضر رو هذا فراق
- Gemiyi kırarsa ses çıkarma; çocuğu öldürürse saçını başını yolma.
- گر چه کشتی بشکند تو دم مزن ** گر چه طفلی را کشد تو مو مکن
- Mademki Hak, onun eline “kendi elimdir” dedi; “Yedullahi fevka eydîhim” hükmünü verdi;
- دست او را حق چو دست خویش خواند ** تا يد الله فوق أيدیهم براند
- Şu halde Tanrı eli, onu öldürse de yine diriltir. Hattâ diriltmek nedir ki? Ona ebedî hayat verir.
- دست حق میراندش زندهش کند ** زنده چه بود جان پایندهش کند
- Bu yolu, nadir olarak yapayalnız aşan bile yine Pîrlerin himmetiyle aşmış, varacağı yere onların sayesinde ulaşmıştır.
- هر که تنها نادرا این ره برید ** هم به عون همت پیران رسید
- Pîrin eli, kısa değildir, gaiptekilere de erişir. Onun eli, Tanrı kabzasından başka bir şey değildir ki. 2975
- دست پیر از غایبان کوتاه نیست ** دست او جز قبضهی الله نیست
- Gaipte bulunanlara böyle bir hil’ati verirlerse huzurda bulunanlar şüphesiz gaiptekilerden daha iyidir.
- غایبان را چون چنین خلعت دهند ** حاضران از غایبان لا شک بهند
- Gaiptekileri bile doyururlar, onlara bile ihsan ederlerse artık konuğun önüne ne nimetler koymazlar?
- غایبان را چون نواله میدهند ** پیش مهمان تا چه نعمتها نهند
- Huzurlarında hizmet kemeri bağlanan nerede, kapı dışında bulunan nerede?
- کو کسی که پیش شه بندد کمر ** تا کسی که هست بیرون سوی در
- Pîri seçip ona teslim oldun mu, nazik ve tahammülsüz olma; balçık gibi gevşek ve sölpük bir halde bulunma.
- چون گزیدی پیر نازک دل مباش ** سست و ریزیده چو آب و گل مباش
- Her zahmete, her meşakkate kızar, kinlenirsen cilâlanmadan nasıl ayna olacaksın?” 2980
- گر بهر زخمی تو پر کینه شوی ** پس کجا بیصیقل آیینه شوی
- Vücuduna aslan resmi döğdürmek isteyen, fakat iğne acısından dolayı pişman olan Kazvinlinin hikâyesi
- کبودی زدن قزوینی بر شانگاه صورت شیر و پشیمان شدن او به سبب زخم سوزن
- Rivayetçiden şu hikâyeyi de dinle: Kazvinlilerin âdetleridir;
- این حکایت بشنو از صاحب بیان ** در طریق و عادت قزوینیان
- Vücutlarına, kol ve omuzlarına, kendilerine zarar vermeksizin iğne ile mavi dövmeler dövdürürler.
- بر تن و دست و کتفها بیگزند ** از سر سوزن کبودیها زنند
- Bir Kavzinli, tellâğın yanına gidip “Bana bir döğme yap; fakat canımı acıtma” dedi.
- سوی دلاکی بشد قزوینیی ** که کبودم زن بکن شیرینیی