- Usta, “Kavzinliyi kayırmadan, merhametsizce aslanın bir başka tarafını dövmeye başladı.
- جانب دیگر گرفت آن شخص زخم ** بیمحابا بیمواسا بیز رحم
- Yiğit yine bağırdı “Burası neresi?” Usta: “Kulağı” dedi.
- بانگ کرد او کاین چه اندام است از او ** گفت این گوش است ای مرد نکو
- Kazvinli “ Bırak, kulaksız olsun. Orasını da yapma” dedi. 2995
- گفت تا گوشش نباشد ای حکیم ** گوش را بگذار و کوته کن گلیم
- Usta bu sefer başka bir yerine başlayınca Kazvinli yine feryat etti:
- جانب دیگر خلش آغاز کرد ** باز قزوینی فغان را ساز کرد
- “Bu üçüncü iğne de neresini dövüyor?” Usta:”Azizim, karnı” dedi.
- کاین سوم جانب چه اندام است نیز ** گفت این است اشکم شیر ای عزیز
- Kazvinli “Fena acıyor, iğneyi bu kadar çok batırma, bırak, karınsız olsun” deyince
- گفت تا اشکم نباشد شیر را ** چه شکم باید نگار سیر را
- Tellâk şaşırdı, hayli müddet parmağı ağzında kaldı.
- خیره شد دلاک و بس حیران بماند ** تا به دیر انگشت در دندان بماند
- İğneyi yere atıp “ Âlemde kimse böyle bir hale düştüm mü ki? 3000
- بر زمین زد سوزن از خشم اوستاد ** گفت در عالم کسی را این فتاد
- Kuyruksuz, başsız, karınsız aslanı kim gördü? Tanrı bile böyle bir aslan yaratmamıştır” dedi.
- شیر بیدم و سر و اشکم که دید ** این چنین شیری خدا خود نافرید
- Kardeş, iğne yarasına sabret ki gâvur nefsin iğnesinden kurtulasın.
- ای برادر صبر کن بر درد نیش ** تا رهی از نیش نفس گبر خویش
- Varlıkların kurtulmuş olanlara felek de secde eder, güneş de, ay da.
- کان گروهی که رهیدند از وجود ** چرخ و مهر و ماهشان آرد سجود
- Vücudunda nefsi ölen kişinin fermanına güneş de tâbidir, bulut da.
- هر که مرد اندر تن او نفس گبر ** مر و را فرمان برد خورشید و ابر
- Gönlü ışık yakmayı, şûlelenmeyi öğrenmiş olan kişiyi güneş bile yakamaz. 3005
- چون دلش آموخت شمع افروختن ** آفتاب او را نیارد سوختن
- Tanrı; doğması, batması muayyen olan güneş hakkında “Doğduğu ve battığı zaman onların mağaralarına vurmaz; o mağara hiç güneş yüzü görmezdi”demiştir.
- گفت حق در آفتاب منتجم ** ذکر تزاور کذا عن کهفهم
- Bir cüzü, külle ulaşırsa o cüz’ün yanında diken bile, gül gibi baştanbaşa letafet kesilir.
- خار جمله لطف چون گل میشود ** پیش جزوی کاو سوی کل میرود
- Tanrı’yı ululamak, yüceltmek, nasıl olur? Kendini, varlığını horlamak, toprak mesabesinde tutmakla.
- چیست تعظیم خدا افراشتن ** خویشتن را خوار و خاکی داشتن
- Tanrıyı tevhid etmeyi öğrenmek nedir? Kendini tek Tanrı önünde yakıp yok etmek.
- چیست توحید خدا آموختن ** خویشتن را پیش واحد سوختن
- Gündüz gibi şûlelenip parlamayı diliyorsan geceye benzeyen varlığını yak! 3010
- گر همیخواهی که بفروزی چو روز ** هستی همچون شب خود را بسوز
- Varlığını o varlığı meydana getirenin varlığında bakırı kimya içinde eritir, yok eder gibi eritir, yok eder gibi erit, yok et (de altın ol)
- هستیات در هست آن هستی نواز ** همچو مس در کیمیا اندر گداز
- Sen, sıkı sıkıya ben’e, yapışmış ( yokluğu ve birliğe ulaşmış) sın. Bütün bozuk düzen işler, bütün bu perişanlıklar, ikilikten meydana çıkıyor.
- در من و ما سخت کرده ستی دو دست ** هست این جملهی خرابی از دو هست
- Ava giden aslan, kurt ve tilki
- رفتن گرگ و روباه در خدمت شیر به شکار
- Bir aslan, bir kurt, bir tilki avlanmak için dağlara düşmüşler.
- شیر و گرگ و روبهی بهر شکار ** رفته بودند از طلب در کوهسار
- Birbirlerine yardım ederek av hayvanlarını adamakıllı yakalamayı, onların yolunu kesmeyi kurmuşlardı.
- تا به پشت همدگر بر صیدها ** سخت بر بندند بار قیدها
- Üçü de beraberce o geniş ovada birçok av elde etmek niyetindeydiler. 3015
- هر سه با هم اندر آن صحرای ژرف ** صیدها گیرند بسیار و شگرف
- Aslan, onlarla beraber avlanmaktan utanmaktaysa da yine onları ağırladı, onlara yoldaş oldu.
- گر چه ز یشان شیر نر را ننگ بود ** لیک کرد اکرام و همراهی نمود
- Böyle bir padişaha maiyetindeki asker, ancak zahmettir. Fakat bu “Topluluk rahmettir” deyip onlara uydu.
- این چنین شه را ز لشکر زحمت است ** لیک همره شد جماعت رحمت است