- Varlıkların kurtulmuş olanlara felek de secde eder, güneş de, ay da.
- کان گروهی که رهیدند از وجود ** چرخ و مهر و ماهشان آرد سجود
- Vücudunda nefsi ölen kişinin fermanına güneş de tâbidir, bulut da.
- هر که مرد اندر تن او نفس گبر ** مر و را فرمان برد خورشید و ابر
- Gönlü ışık yakmayı, şûlelenmeyi öğrenmiş olan kişiyi güneş bile yakamaz. 3005
- چون دلش آموخت شمع افروختن ** آفتاب او را نیارد سوختن
- Tanrı; doğması, batması muayyen olan güneş hakkında “Doğduğu ve battığı zaman onların mağaralarına vurmaz; o mağara hiç güneş yüzü görmezdi”demiştir.
- گفت حق در آفتاب منتجم ** ذکر تزاور کذا عن کهفهم
- Bir cüzü, külle ulaşırsa o cüz’ün yanında diken bile, gül gibi baştanbaşa letafet kesilir.
- خار جمله لطف چون گل میشود ** پیش جزوی کاو سوی کل میرود
- Tanrı’yı ululamak, yüceltmek, nasıl olur? Kendini, varlığını horlamak, toprak mesabesinde tutmakla.
- چیست تعظیم خدا افراشتن ** خویشتن را خوار و خاکی داشتن
- Tanrıyı tevhid etmeyi öğrenmek nedir? Kendini tek Tanrı önünde yakıp yok etmek.
- چیست توحید خدا آموختن ** خویشتن را پیش واحد سوختن
- Gündüz gibi şûlelenip parlamayı diliyorsan geceye benzeyen varlığını yak! 3010
- گر همیخواهی که بفروزی چو روز ** هستی همچون شب خود را بسوز
- Varlığını o varlığı meydana getirenin varlığında bakırı kimya içinde eritir, yok eder gibi eritir, yok eder gibi erit, yok et (de altın ol)
- هستیات در هست آن هستی نواز ** همچو مس در کیمیا اندر گداز
- Sen, sıkı sıkıya ben’e, yapışmış ( yokluğu ve birliğe ulaşmış) sın. Bütün bozuk düzen işler, bütün bu perişanlıklar, ikilikten meydana çıkıyor.
- در من و ما سخت کرده ستی دو دست ** هست این جملهی خرابی از دو هست
- Ava giden aslan, kurt ve tilki
- رفتن گرگ و روباه در خدمت شیر به شکار
- Bir aslan, bir kurt, bir tilki avlanmak için dağlara düşmüşler.
- شیر و گرگ و روبهی بهر شکار ** رفته بودند از طلب در کوهسار
- Birbirlerine yardım ederek av hayvanlarını adamakıllı yakalamayı, onların yolunu kesmeyi kurmuşlardı.
- تا به پشت همدگر بر صیدها ** سخت بر بندند بار قیدها
- Üçü de beraberce o geniş ovada birçok av elde etmek niyetindeydiler. 3015
- هر سه با هم اندر آن صحرای ژرف ** صیدها گیرند بسیار و شگرف
- Aslan, onlarla beraber avlanmaktan utanmaktaysa da yine onları ağırladı, onlara yoldaş oldu.
- گر چه ز یشان شیر نر را ننگ بود ** لیک کرد اکرام و همراهی نمود
- Böyle bir padişaha maiyetindeki asker, ancak zahmettir. Fakat bu “Topluluk rahmettir” deyip onlara uydu.
- این چنین شه را ز لشکر زحمت است ** لیک همره شد جماعت رحمت است
- Böyle bir ay, yıldızlarla beraber gezmeden utanır. O, yıldızların içinde ancak onları parlatmak, onlara ihsan etmek için bulunur.
- این چنین مه را ز اختر ننگهاست ** او میان اختران بهر سخاست
- Reyine, tedbirine benzer isabetli bir rey, yerinde bir tedbir bulunmamakla beraber yine Peygamber’e “ Şâvirhum” emri geldi.
- امر شاورهم پیمبر را رسید ** گر چه رایی نیست رایش را ندید
- Terazide arpa, altınla arkadaş olmuştur. Fakat bununla arpanın da altın gibi kıymetlenmesi icabetmez. 3020
- در ترازو جو رفیق زر شده ست ** نی از آن که جو چو زر گوهر شده ست
- Ruh, şimdilik kalıba yoldaş olmuştur. (kalıp, ruhu korumaktır). Nitekim köpek de bir zaman için kapıyı korur.
- روح قالب را کنون همره شده ست ** مدتی سگ حارس درگه شده ست
- Bunlar; kudretli, şevketli aslanın maiyetinde dağa doğru gittikleri zaman
- چون که رفتند این جماعت سوی کوه ** در رکاب شیر با فر و شکوه
- İşleri rast geldi, bir dağ öküzü, bir dağ keçisi, bir de semiz tavşan avladılar.
- گاو کوهی و بز و خرگوش زفت ** یافتند و کار ایشان پیش رفت
- Savaşçı aslanın maiyetinde giden kişinin kebabı, gece olsun, eksik olmaz.
- هر که باشد در پی شیر حراب ** کم نیاید روز و شب او را کباب
- Ölmüş yaralanmış, kan içinde bulunan avlarını dağdan çeke çeke ormana getirince, 3025
- چون ز که در بیشه آوردندشان ** کشته و مجروح و اندر خون کشان
- Kurt ve tilki padişahlara lâyık bir adaletle av hayvanlarının paylaşılmasına tamahlandılar.
- گرگ و روبه را طمع بود اندر آن ** که رود قسمت به عدل خسروان
- İkisinin de tamahı, aslana aksetti, o tamahın sebebini anladı.
- عکس طمع هر دوشان بر شیر زد ** شیر دانست آن طمعها را سند