English    Türkçe    فارسی   

1
3152-3176

  • Defterdarlarla hesap memurlarının ve kalem ehli olanların makamı sağ taraflarındaydı. Çünkü yazı yazmak ve bir şeyi tespit etmek sağ elin işidir.
  • مشرف و اهل قلم بر دست راست ** ز آن که علم و خط و ثبت آن دست راست‌‌
  • Sofilere karşılarında yer verirlerdi. Zira onlar, can aynasıdırlar, hattâ aynadan da iyidirler.
  • صوفیان را پیش رو موضع دهند ** کاینه‌‌ی جان‌‌اند و ز آیینه بهند
  • Gönül aynasının fikir suretleri kabul etmesi o aynada bu görülmemiş suretlerin görünmesi için kalplerini zikirle, fikirle cilâlamışlardır.
  • سینه صیقلها زده در ذکر و فکر ** تا پذیرد آینه‌‌ی دل نقش بکر
  • Yaratılış sulbünden temiz ve güzel doğan kişinin önüne ayna koymak gerektir. 3155
  • هر که او از صلب فطرت خوب زاد ** آینه در پیش او باید نهاد
  • Güzel yüz aynaya âşıktır. Güzel yüz, aynaya âşık olduğu gibi cana cilâ, kalplere de temizlik verir.
  • عاشق آیینه باشد روی خوب ** صیقل جان آمد و تقوی القلوب‌‌
  • Bir konuğun Yusuf-u Sıddıyk’a gelmesi, Yusuf’un ondan bir armağan istemesi
  • آمدن مهمان پیش یوسف علیه السلام و تقاضا کردن یوسف از او تحفه و ارمغان‌‌
  • Uzak yerlerden bir merhametli dost, Yusuf-u Sıddıyk’a konuk oldu.
  • آمد از آفاق یار مهربان ** یوسف صدیق را شد میهمان‌‌
  • Çocukluktan beri birbirlerini tanırlardı. Eskiden beri âşinalık yastığına yaslanmışlardı.
  • کآشنا بودند وقت کودکی ** بر وساده‌‌ی آشنایی متکی‌‌
  • Konukla, Yusuf’a kardeşlerinin yaptığı cefayı, onların hasetlerini konuştular. Yusuf “o haset ve cefa, zincirdi; biz de aslandık.
  • یاد دادش جور اخوان و حسد ** گفت کان زنجیر بود و ما اسد
  • Aslanın zincire vurulması ayıp değildir. Bizim Tanrı’nın kaza ve kaderinden şikâyetimiz yok. 3160
  • عار نبود شیر را از سلسله ** نیست ما را از قضای حق گله‌‌
  • Aslan, boynunda zincir bulunmakla beraber bütün zincir yapanlara beydir” dedi.
  • شیر را بر گردن ار زنجیر بود ** بر همه زنجیر سازان میر بود
  • Dostu Yusuf’a “Zindanda ve kuyuda ne haldeydin?” dedi. Yusuf cevap verdi: “Ay, bedir halinden çıkar ve eski ay haline gelir ya... işte öyle.”
  • گفت چون بودی ز زندان و ز چاه ** گفت همچون در محاق و کاست ماه‌‌
  • Eski ay görünmez, sonra hilâl olur da iki büklüm bir halde görünür. Fakat sonunda yine gökte bedir haline gelmez mi?
  • در محاق ار ماه نو گردد دو تا ** نی در آخر بدر گردد بر سما
  • İnci tanesini havanda döverler ama kadri yine yücedir, ya ilâç olarak göze çekilir, yahut macun haline getirilir, kalp ferahlığı için yenir.
  • گر چه دردانه به هاون کوفتند ** نور چشم و دل شد و بیند بلند
  • Buğdayı toprak altına attılar ama sonradan topraktan başaklar çıktı. 3165
  • گندمی را زیر خاک انداختند ** پس ز خاکش خوشه‌‌ها بر ساختند
  • Ondan sonra değirmende öğüttüler, değeri arttı, cana can katan gıda oldu.
  • بار دیگر کوفتندش ز آسیا ** قیمتش افزود و نان شد جان فزا
  • Sonra ekmeği bir kere daha diş altında ezdiler; akıllı kişiye akıl ve idrâk oldu.
  • باز نان را زیر دندان کوفتند ** گشت عقل و جان و فهم هوشمند
  • Daha sonra da o can, aşkta mahvoldu da Hak yolunda ekildikten sonra mahsûl verdi, ekincileri hayrete düşürdü.
  • باز آن جان چون که محو عشق گشت ** يعجب الزراع آمد بعد کشت‌‌
  • Bu sözün sonu gelmez. Sen, o iyi adamın Yusuf’a ne dediğini anlatmaya başla.
  • این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا که با یوسف چه گفت آن نیک مرد
  • Yusuf, başından geçenleri anlattıktan sonra “ Eh...bize ne armağan getirdin, bakalım?” dedi. 3170
  • بعد قصه گفتنش گفت ای فلان ** هین چه آوردی تو ما را ارمغان‌‌
  • Ey ulu kişi! Dostları görmeye eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer.
  • بر در یاران تهی دست ای فتی ** هست چون بی‌‌گندمی در آسیا
  • Ulu Tanrı bile mahşer günü, halka “ Kıyamet günü için armağanın nerede;
  • حق تعالی خلق را گوید به حشر ** ارمغان کو از برای روز نشر
  • Bize yapayalnız, azıksız, âdeta sizi yarattığımız gibi geldiniz.
  • جئتمونا و فرادی بی‌‌نوا ** هم بدان سان که خلقناکم کذا
  • Kendinize gelin! Kıyamet günü için ne hediyeniz var, ne getirdiniz?
  • هین چه آوردید دست آویز را ** ارمغانی روز رستاخیز را
  • Yoksa tekrar dönüp geleceğinizi ummuyor muydunuz, size bugünün vâdesi bâtıl mı göründü ki? der. 3175
  • یا امید باز گشتنتان نبود ** وعده‌‌ی امروز باطلتان نمود
  • Ona konuk olacağımızı inkâr ediyorsan bu mutfaktan ancak toprak ve kül alabilirsin.
  • وعده‌‌ی مهمانی‌‌اش را منکری ** پس ز مطبخ خاک و خاکستر بری‌‌